André Gide

André Gide
PAYLAŞ
Hakkında
André Gide 22 Kasım 1869 – 19 Şubat 1951, Paris. Paul Gide ile Juliette Rondeaux çiftinin tek çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Hukuk Fakültesi’nde Roma Hukuku profesörüydü. Babasının 1880 yılında ölümü üzerine, Alsace’taki (Paris) okulunu yarıda bırakıp eğitimine özel öğretmenler eşliğinde annesinin sıkı denetiminde evde devam etti. Annesinin ailesi birkaç nesil önce Protestanlığa geçmiş püriten Katoliklerdi. Özellikle annesi sayesinde, din ve Tanrı, Gide’in düşünce dünyasındaki ve edebiyatındaki yer yer çalkantılı, yer yer dingin yerini ölümüne dek korudu. 1891 yılında otobiyografik nitelikler taşıyan ilk kitabı “Les Cahiers d’André Walter”i (André Walter’in Defterleri) kendi imkânlarıyla yayımladı. Aynı yıl Alsace’tan arkadaşı Pierre Louÿs aracılığıyla bir dönem etkisi altında kalacağı (Le Traité du Narcisse, 1891; La Tentative amoureuse, 1893) Stéphane Mallarmé ve simgeci toplulukla tanıştı 1893 ve 1894 yıllarında peşpeşe Kuzey Afrika’ya gitti. Bu yolculuk hayatının sonuna kadar sürecek ve neredeyse tüm yapıtlarına yansıyacak, aile üzerinden edinilen tutucu ahlak değerlerinin dışına çıkacağı ilk özgürleştirici adım oldu ve eşcinelliğiyle yüzleşti. 1897 yılında yayımlayacağı “Les Nourritures terrestres” (Dünya Nimetleri) o dönemin izlerini taşır. 1895 yılında annesini kaybeden Gide, aynı yılın Ekim ayında kuzini Madeleine Rondeaux ile evlendi. Gide’in ası edebi yaratıcılık dönemi 1902 yılında yayımladığı “L’Immoraliste”le (Ayrı Yol) başladı. “La Symphonie pastorale” (1919; Pastoral Senfoni), “La Porte étroite” (Dar Kapı) Gide’in bir tarafıyla mistisizme, bir yandan da ironiye kapı araladığı, yalın ama kendi hayatındaki özgürleşme tutkusundan izler taşıyan yapıtlardı. 1914 yılında yayımladığı “Les Caves du Vatican”la (Vatikan’ın Zindanları) pek çok Katolik arkadaşının tepkisine maruz kaldı. 1908 yılında “La Nouvelle Revue Française” (La N.R.F.) dergisinin kurucuları arasında yer aldı. 1922 yılında yayımladığı “Numquid et tu... ?” başlıklı günlüğüyle yaşadığı dinsel çelişkileri, ikilemleri dile getiren ve itiraf yerine geçebilecek bir tarz benimsedi. Sonrasında, bir anlamda otobiyografisi sayılabilecek “Si le grain ne meurt”ü (1926, Tohum Ölmezse) yazmaya başladı. 1924 yılında Corydon adlı yapıtını tamamladı. Bu kitap sonrası Gide eşcinsellik propagandası yaptığı gerekçesiyle sert eleştirlerle karşılaştı. 1926 yılında –her ne kadar “Les Caves du Vatican, Isabelle” ve “L’Immoraliste” gibi yapıtları da anlatı ve roman türüne dahil olsa da– “tek romanım” dediği “Les Faux-Monnayeurs’”ü (Kalpazanlar) kaleme aldı. “Les Faux-Monnayeurs” Gide’in en önemli yapıtı olduğu kadar, klasik romanın kurallarını altüst etmesi ve roman üzerine düşünceler barındırmasıyla da modern romanın en gözde örneklerinden biri kabul edilir. 1938 yılında karısı Madeleine’i kaybeden Gide, yine aynı yıl –çocukken başladığı ve ölünceye dek bırakmadığı piyano çalma ve müziğe duyduğu bir tutkunun ürünü olan– “Notes sur Chopin”i (Chopin Üzerine Notlar) yayımladı. 1947’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Neredeyse 60 yıla yayılan günlükleri “Journal I” (1887-1925) ve “Journal II” (1926-1950) ise edebiyat tarihinde tartışmasız bir yere sahiptir.