Yoldaşım 40 Yıl

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Yoldaşım 40 Yıl Hulki Aktunç’un edebiyatla geçen 40 yılına armağan olarak 2008’de yayımlamıştı. Geçen zaman aramızdan aldı onu. Şimdi o 40 yıla bir başka gözle dönüp bakma zamanı.
‘’Öykücü, şair, romancı, denemeci, sözlükçü, günlükçü, ressam… Hangisi ağırlık taşıyor? Bu alanlar arasında geçişmeler var ve birbirini bütünlüyor hepsi.
Elinizdeki kitap Hulki Aktunç’un 40 yıllık yaratma hayatına bir saygı duruşu olduğu kadar, onun hayatına bir saygı duruşu olduğu kadar, onun sanatını besleyen, hayatını yönlendiren olay, olgu, insan ve anılara dair uzun bir dökümdür. Bir döküm ki tarihimiz, tarihçemizle ilgili sayısız iz ve ipucu taşıyor.

-Rıza Kıraç

Hulki Aktunç’la Kırk Yıl

Ten ve Gölge’yi okuduğumda yirmili yaşlarımın başındaydım; kitaptaki öyküler, o saate kadar ne okuduysam, okuduklarımdan başka bir yere gidiyordu. O yıllarda tuttuğum deftere Hulki Aktunç’un okuduğum tek kitabı olmasına rağmen iki paragraflık bir not düşmüşüm; doğrusu o gün yazdıklarımla bugün düşündüklerim arasında çok büyük bir fark olmadığını gördüm...
22 Ocak 1991’de, Hulki Aktunç’u o günlerin popüler mekânlarından Bilsak’taki edebiyat toplantısında dinlediğim notunu düşmüşüm. Bir soru üzerine, “Bizim eserlerimizin yabancı ülkelerde yeterince yayınlanmaması bizim için değil, onlar için bir kayıptır” demiş.
Söylemeye gerek var mı; Hulki Aktunç edebiyatta, dilde inatçı biridir. Belki de bu yüzden aynı gün yazdığım notta Ten ve Gölge’den onun ruhunu yansıtan bir paragraf alıntılamışım:
“Bir yanlışım ben. Hep de böyleydim. Sizin doğrularınızı yargılamaya geldim. Var olmam yetiyordu buna. Nice yıl boyu yanlış olarak kalsam da bunu yapacağım, yargılayacağım, çünkü kara sorguç bile sorgucuları ele vermeye yetecek. Ben de yaban kedisinin kulağındaki gür tüylere dönüşeceğim. Boynum parmaklıklara sıkışırken, tüylerim tozan olup uçacak.” (Sayfa: 28)
Sonraları, Ten ve Gölge’nin Hulki Aktunç edebiyatında bir istisna olmadığını gördüm. (Evet, bir ‘Hulki Aktunç edebiyatı’ var.) Bu bir dil arayışının, dünya görüşüyle, edebi anlayışıyla kendini edebiyata dikte etmenin, dik durmanın ve “buyum ben” demenin yöntemiydi. Belki de yazar, yaşadığı coğrafyanın hakkını ancak böyle verebilirdi. Kırk yıllık edebiyat hayatı boyunca hep adından söz ettiren ama hiçbir zaman okurun sevgisini kazanmak için cıvık duygusallıklara, günün moda edebiyatına ve ucuz iltifatlara yüz vermemiş olması da bunun bir göstergesi ve yine bunun en önemli kanıtı, Hulki Aktunç’un yazın yaşamında verdiği ürünlerdir. Resmiyse ayrı keyfiyet, ayrı oluşum.
Şiirleri, öyküleri ve romanlarıyla, resmiyle oluşmuş bir Hulki Aktunç imgesi var ve okuyup yazan herkes hemen hemen benzer sözcüklerle bu imgeyi anlatır.
Hulki Aktunç’un edebiyatına dair teorik açılımları yapmak edebiyat eleştirmenlerinin, edebiyat tarihçilerinin işi kuşkusuz ama yazarı besleyen, onun edebi görüşünü belirleyen, dünya görüşünü biçimlendiren olgular, olaylar, düşünceler nelerdir, diye merak ediyor okur. En azından, bir okur olarak edebiyatından etkilendiğim bütün yazarlar için geçerli bu.
Hulki Aktunç ’68 kuşağının bir üyesi. Bir yanıyla ’68 kuşağına dair sevgi, sempati (empati!) ve önyargılarımızın karşılığı onun hayatına bir yoluyla sirayet etmiş. Bilgiyi sistematik derleyip kullanan, öğrencilik hayatında sol militan unsurlarla, savaşçılarla iç içe olan, Türkiye İşçi Partisi’ne yakınlık duyan, bir partili olarak onlarla çalışan, uzun yıllar düzeltmenlik, redaktörlük ve reklamcılık yapan, edebiyat dışında daha ilk gençliğinden bu yana resimle uğraşıp sergiler açan, kendini ifade edebileceği yaratım türlerini kendince bir yoluyla kendisi oluşturabilen bir sanatçı.
Okuyanlar bilir, Büyük Argo Sözlüğü ve Erotologya?’da bunun büyük kanıtlarıdır. Ve bu “köşe taşı” iki yapıtı okuyup değerlendirmeden Hulki Aktunç’u eksik tanımış oluruz.
Öykücü, şair, romancı, denemeci, sözlükçü, günlükçü, ressam... Hangisi ağırlık taşıyor? Bu alanların arasında geçişmeler var ve birbirini bütünlüyor hepsi.
Elinizdeki kitap Hulki Aktunç’un kırk yıllık yaratma hayatına bir saygı duruşu olduğu kadar, onun sanatını besleyen, hayatını yönlendiren olay, olgu, insan ve anılara dair uzun bir dökümdür.
Bir döküm ki tarihimiz, tarihçemizle ilgili sayısız iz ve ipucu taşıyor...

Dillerin İçine Doğmak

Yidce nedir?
Yidce bir tür İbranice, sonra Romanca var, Lazca var. Yidcenin yanı sıra Sefaradca da tabii... İnanılmaz bir dil bereketi içine doğuyorsun. Demin Arto Ohancanyan’ın kulağını çınlatmıştım; örneğin Arto bana Ermenice öğretirdi, ben de ona Türkçe öğretirdim. Çat pat Ermenice konuşurdum. Daha sonra, Kınalıada’da geçen yazlıklarda onun kulağını çok çınlatmıştım. Bilirsiniz Kınalıada’nın çoğunluğu Ermenidir (idi). Bu geçen yaşantıları orada hep anmışımdır. Bu dil bereketi içine doğmak, kendi dilinin, benim dilimin daha minicik yaştayken değerlendirilmesi oluyor, bir nevi uygulamalı olarak. Ben niye elma, armut diyorum da Arto, burduh, ari diyor. Ben niye su diyorum da Arto buna çur diyor. Ben niye gel diyorum da, Arto buna egav diyor. Argomuzdaki moruk, aaa, Ermenice “sakal”dan geliyor! Tabii bu, insanı kendiliğinden kendi dilini diğer dillerle karşılaştırma durumunda bırakıyor ve bu, yıllar sonra yazacağım Büyük Argo Sözlüğü’nün temelinde yatıyor. Yani çocukken yaşadığım diller... Saydığımız o diller argomuzda önemli bir biçimde yer almıştır. Kadıköy çarşısında karşılaştığım bir başka dil, ona önem veriyorum, bu dil az önce anlattığım Yidce; İbranice, Yahudice demek istemiyorum, çünkü Kadıköy çarşısında iki dil kullanılıyordu biri Ladino da denen Sefaradca, İbraniceyle İspanyolcanın karışımı olan dil; öbürü Yid dili, İbranice, Almanca ve Slav dillerinin karışımı olan Yahudice. Samuel Josef Agnon* Yid diliyle yazarak Nobel Edebiyat ödülü almıştır. İlginçtir. Bu arada unutmadan şunu söyleyeyim, Agnon’un oturduğu sokakta bir trafik plakası vardır Telaviv’de; “Dikkat! Gürültü Etmeyin Agnon Çalışıyor.” İnsanları, yazarları apar topar hapislere attığımız bir ülkede yaşıyoruz, onlarsa gürültü etmeyin Agnon çalışıyor diye plaka koymuş. Neyse... o iki dille de karşılaştım ayrıca; 1930’lu 40’lı yılların karikatürlerinde model bir eskici tiplemesi vardır, sakallı, melon şapkalı, kelebek gözlüklü, hafif kambur sırtında çuval olan bir tiptir bu. Cemal Nadir, Ramiz gibi karikatürcüler böyle bir Yahudi şablonu, çizgiseli çıkarmışlardır. Bu ta Ortaoyunu ve Karagöz’den geliyor. Orada Cûd denilen tip ki bu Cûd, İngilizce Jude, Almanca Jude, Yahudi tipidir. Karikatürdeki tipe benzeyen eskici Yahudiler hâlâ vardı Kadıköy’de. Bunlar sırtlarında çuvalla sokak sokak dolaşıp aldıkları eskileri Kadıköy çarşısına getirip satarlardı. Bunlardan kimileriyle babam ortaklık etmiştir. Bugünlerin deyimiyle, “proje bazında” ortaklık etmiştir. Örneğin bir yerde eski eşya vardır, bir kişinin gücü yetmez bunu almaya, derhal konsorsiyum yaparlar ve gidip eskileri alırlar. Ve ben bu Ladino ve Yid dilini onlardan duymuş oldum. Ki tipik bir örnek; haver’dir, ortak anlamına gelir Yid dilinde. Haver’in ne demek olduğunu bilmem için Büyük Argo Sözlüğü’nü yazmam gerekti, o zaman araştırdım ve Yidce-Almanca sözlükte buldum bunun anlamını... Sözlüğün ilk baskısında, Farsça, “doğu” demişim... Sonraki baskılarda yanlışımı düzelttimdi... Kadıköy çarşısı bir diller yelpazesiyle, diller ormanıyla karşılaştığım bir yerdi ve benim için inanılmaz bir şanstır yani.

Sizin için sözcüklerin kökenine inme merakı sözcüklerin ilk anlamını keşfetme tutkusundan mı, yoksa entelektüel bir saplantı mı?
Kesinlikle entelektüel bir saplantı değil. Sözcüğün kökenine indiğinizde sözcüğün tarihi ve sonra sosyolojisi ortaya çıkıyor.

Cumbanın, pencerenin de sosyolojisine bakıyorsunuz!
Mümkün olduğu kadar, öyle... Bakın... Sözcüğün tarihi dolayısıyla bizim de tarihimiz, sosyolojimiz ortaya çıkıyor. Birçok sözcük için bu böyledir. Örneğin, abazan sözcüğünü irdelediğinizde gerçekten tarihsel, dramatik bir serüven çıkıyor. Bunun Roman dilinde “aç kalmış” anlamına gelmesi, daha sonra bir Türk kavmi olan Abhazlarla ve Abazalarla karıştırıldığını saptamak ve bunu ortaya koymak tarihsel ve sosyolojik bir durumu ortaya koymaktır. Düşünün, yemek için acıkmak ile cinsel eylem için acıkmak... Bence dramatik!
* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.