Sanatı Yaşamak

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Sanatı Yaşamak
Geleneksel müziğimizin ustalarından İhsan Özgen’den sanatın her alanına ilişkin ufuk açıcı, derinlikli değerlendirmeler… 
Müzisyen, besteci, öğretim üyesi İhsan Özgen kemençe, tanbur, lavta ve viyolonsele getirdiği yeni tekniklerle, taksimleriyle tanındı. Osmanlı Müziği’nden Klasik Batı Müziği’ne geleneksel ile yeniyi birleştirdiği yorumlarıyla uluslararası müzik dünyasının aranan isimlerinden oldu. Müziğin yanı sıra resim çalışmalarını sürdüren sanatçı, doğaçlama yeteneğini bir kez daha kullanıyor; bu kitaba aldığı denemelerinde sanatın kaynaklarını irdeliyor, sanatı yaşamayı anlatıyor.
“İnsanlar kendi bölmelerinden çıkıp başka bölmelere doğru genişledikçe sanat ideoloji olmaktan kurtularak yaşamın içinde daha fazla yer alıyor. Bütün toplum olarak sanat eserlerinden gurur duyabilmek sanatı yaşama katabilmenin sonucu olsa gerek.”

Tanburi Cemil Sevdalıları


Bir esir ve bir kral gibi, bu adam
neyin esiri ve neyin hâkimiydi?
Mesut Cemil, Tanburi Cemil’in Hayatı


Beylerbeyi’ndeki Boğaz manzaralı teras katındaki evinde Niyazi (Sayın) ile Cemil Bey’in plaklarından birini dinlerken gözyaşlarımızı tutamamış ve birbirimize bakıp şu soruyu sormuştuk, acaba Cemil sağ olsaydı ne yapardık? Tek bir cevabımız vardı, kölesi olurduk. O isterse kapısında oturur o ne derse yapardık, hatta isterse bizi ayaklarımızdan zincire bağlayabilirdi. Bir de şunu sorduk kendimize, acaba biz bu şerefe layık mı idik, bizi kabul edecek miydi hizmetkârı olarak? Niyazi bana şair ve bestekâr Mustafa Nafiz’in (Irmak) bir hatırasını anlatmıştı:
”Niyazi, bir gün Yahya Kemal bana, sen Tanburi Cemil’i nasıl tarif edersin, onu nasıl tanıyorsun diye sormuştu. Ben de Cenabı Hakka sığınıp, dilimin döndüğü kadar ona Hazreti Cemil’i nasıl bildiğimi hülasa ettim. Bunun üzerine Yahya Kemal bana şunu söyledi: Allah senden razı olsun Nafiz, ben de Cemil’in karasevdasını tek başıma çektiğimi sanıyordum, bana refik oldun.”
Ankara’da Bahçelievler Lisesi öğrencisiyim, okulun yaylı çalgılar grubunda viyola çalıyorum. O zamanlar bizim okuldaki müzik derslerinin ciddiyetini şimdi daha iyi anlıyor ve takdir ediyorum, yetenekli öğrenciler için Avrupa’dan yaylı sazlar getirilmişti ve okulun zimmetine verilmişti. Ankara Devlet Konservatuarı’ndan bu çalgıların hocaları geliyor ve onların nezaretinde bu çalgılara ait kurslar veriliyordu. Dersler dışında ben kaçamak yaparak çalgıları kurcalıyor, elime geçirdiğim bir viyolonselin la telinde yaylı tanbur nağmeleri yapmaya çalışıyordum. Müzik derslerinde sonradan benim Batı Klasik Müziği’ne ait temelimi oluşturacak olan çok önemli senfonik kayıtlar dinliyor ve hocamızdan müziğin yapısı ve enstrümanlar hakkında bilgiler ve yorumlar alıyorduk. Kendisini minnet ve şükranla yâd ediyorum.
O günlerde yaylılar grubu olarak verdiğimiz okul konserlerinden birinden sonra kolumun altında taşıdığım viyola kutusu ile birlikte Zekai’lerin (Prof. Dr. Zekai Kuyubaşı) Bahçelievler ’deki tuhafiye mağazasına uğramıştım. O esnada içeriye orta yaşlı bir beyle hanımı girdi. Son derece zarif ve kibar insanlar. Sonradan ismini öğrendiğim Hamdi Bey, tezgâhın bir köşesinde duran viyola kutusu dikkatini çekmişti ki, kimin çaldığını sordu. Tanıştık. Kendisi İstanbul Türk Müziği camiasını yakından tanıyordu. Ben de bunun üzerine Batı Musikisi dışında ayrıca Türk Müziği ile meşgul olduğumu tanbur ve kemençe çaldığımı söyledim. İşte o anda aramızda derin bir iletişimin bağları teşkil edilmiş oldu ki bana adres ve telefonunu yazdırdı. Emek Mahallesi’ndeki evlerinde bir keman, Dürrü Turan yapısı bir tanbur, Tanburi Cemil plak koleksiyonu sanat ve sevgi dolu bir misafirperverlik içindeki bu sevimli ve içten insanlarla birlikte karşılıyordu beni. Hamdi Bey yıllar önce kaybettiği ve yıllar boyu hasretini çektiği bir arkadaşına tekrar kavuşuyormuşçasına, gözlerinde sevinç pırıltısıyla her defasında beni muhabbetle evine misafir etti.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.