Zümrüt Ayna

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Bu kitapta bilimin ışığı; antik çağ düşünürlerinden Fransız İhtilali’ne, evrim kuramından C-47 uçaklarına, YÖK’ten Anadolu-Avrupa ilişkilerine kadar hayatı –neredeyse bütünüyle– kapsayan bir alana; III. Selim’den Mustafa Kemal’e, Hasan-Âli Yücel’den Ömer Hayyam’a, II. Mahmut’tan Cahit Arf’a, Kropotkin’den Sırrı Erinç’e hatta “coğrafyanın müzisyeni” Barış Manço’ya kadar bilim, sanat, kültür ve siyaset alanında var olmuş birçok önemli adın üzerine düşüyor. Bilimin ışığı, hayatı ve tarihi bilimsel düşünce yöntemi ve eleştirel akılla aydınlatıyor. A.B.D. Ulusal Bilimler Akademisi yabancı üyeliğine seçilen ilk Türk bilim adamı ve Academia Europaea’ya seçilen ilk Türk üye olan, Londra Jeoloji Cemiyeti Başkanlık Ödülü sahibi, Rusya Doğa Bilimleri Akademisi üyesi A. M. Celâl Şengör’ün Cumhuriyet Bilim Teknik dergisinde “Zümrütten Akisler” başlığıyla yayımlanan denemelerini topladığı Zümrüt Ayna adlı kitabı, yine YKY tarafından yayımlanan Zümrütnâme adlı kitabı gibi, bilimin kılavuzluğunda “düşünen deneme” tadını taşıyor.

XVII
Çocuklar ve Tanrılar


23 Nisan! Modern devletimizin doğduğu gerçek an! Gerçi o gün açılan Meclis, padişah ve halifeye sadakat yeminleri ederek işe başlamıştı. O yeminleri edenler arasında sadakatları başka kişilere yönelik olanlar da vardı. Mesela Meclis’teki eski İttihatçıların pek çoğu hâlâ “Enverci”ydiler. O akıl fakiri, kayzer bıyıklı süslü bebek gelip de başlarına tekrar geçmezse, başarılı olunamayacağı gibi inanılması güç bir tutkuları vardı. Meclis’te bir sürü hızlı gerici de vardı. Bunların kafaları hatta Tanzimat’tan bile gerilerdeydi. İşte 23 Nisan 1920’de Ankara’da faaliyete geçen ilk Meclisimiz böyle karmakarışık kafalardan ve kişilerden oluşuyordu. Ama bir önemli özelliği mevcuttu: Hürdü. Kimsenin zoruyla toplanmamıştı, kimsenin de vesâyeti altında çalışmayacaktı. Kendisine başkan seçtiği Mustafa Kemal Paşa, Meclisi milletinin beyni olarak görüyordu. Gerçi beyin hamdı, pek çok eğitime ihtiyaç gösteriyordu. Ama hür olduğundan bu eğitimi alabilirdi. Mustafa Kemal derhal kollarını sıvayarak bu eğitim işine girişti: Meclis iş üzerinde eğitilecekti zira başka türlüsüne zaman ve zemin müsait değildi. Milletin beyni olan Meclis, millete bir kurtuluş yaratmak zorundaydı! Eski Yunan tanrıları ile eski Ortadoğu tanrıları arasında önemli bir fark vardır. Yunan tanrıları kâinatı yaratmamışlardır, ama mevcut bir kâinat içinde daha önceden var olan şekilsiz, yersiz malzeme ile ve ilelebet geçerli yasalar çerçevesinde herşeyi yaratmışlardır. Ortadoğu tanrıları ise kâinatın yaratıcısıdırlar. Tâ kartal kafalı Mısır ilâhı Ptah’dan beri onlar “ol” derler ve kâinat olur (tüm sonraki dinler sözle yoktan yaratma motifini Mısır’dan almışlardır). Bu, doğada bazı değişmeyen düzenlerin olduğunun henüz tam farkedilmediği dönemlerden kaldığı belli, pek ilkel bir tanrı kavramıdır. Daha sonra Ortadoğu tanrılarının bazıları da kâinatı hiç yoktan değil, daha önceki mevcut bir kargaşaya düzen getirmek suretiyle yaratacaklardır. Tevrat’ın Tekvin adlı ilk kitabı böyle bir tasvirle açılır, fakat yaratılışın detaylarını vermez. Ancak Yunan mitolojisinde tanrılar çok detaylı bir şekilde tasvir olunur. Her doğa olayının kanunları mitolojide ya tanımlanır veya herkesçe biliniyor varsayılır; onlarla ilgili tanrının faaliyeti bu kanunlar çerçevesinde anlatılır. Tanrı tüm yaratıcılığını kullanarak mevcut malzeme ve yasadan faydalanmak zorundadır. Yunan mitolojisindeki bu “gerçekçi” yaklaşım, zamanla mitolojiden doğa bilimlerinin doğmasına neden olmuştur. İnsan, tanrılara atfettiği yaratıcılığa kendisinin de sahip olabileceğini ancak Yunan mitolojisi çerçevesinden görebilmiştir. Ortadoğu tanrıları ise yoktan var edebilen, mucizevî işlerin tanrılarıdır. İnsanın onlarla rekâbeti düşünülemez. Batı uygarlığı Yunan modelini, Doğu kültürleri ise Ortadoğu modelini izlemişlerdir. Mustafa Kemal 23 Nisan 1920’de toplanan Meclis’e, insanın ne halifeye, ne padişaha, ne hacıya ne de hocaya, ne de herhangi bir başka yardım merciine ihtiyacı bulunduğunu, kendi yaratıcılığının kendisinin en büyük sermayesi olduğunu anlattı. Bu yaratıcılığı kontrol edecek eleştirel akıldı. Yaratıcı olan ve kendi yarattığını doğayı gözleyerek en acımasız bir gerçekçilikle gene kendisi eleştirebilene başarı kapıları her zaman açık olacaktı. Dersini iyi öğrenen Meclis’in muzaffer orduları o kapılardan akarak Sakarya’da ve Dumlupınar’da düşmanı kahrettiler. Batı uygarlığı Türkiye’de ilk defa tam anlamıyla uygulanıyordu! Mustafa Kemal, tüm arkadaşlarının hayretten faltaşı gibi açılan gözleri önünde bu dev başarıların gerçek başarı olmadığını haykırdı! Gerçek başarı, hep böyle muzaffer olabilecek, yaratıcı, kendine güvenen, akıllı uygar nesiller yetiştirmekti. Yeni Türk nesilleri doğanın yasalarını bilerek, keşfederek, eldeki malzemeden kâinatlar yaratacaklar, mucize rüyaları görüp masalla miskinleşen insan enkazı olmayacaklardı. Platon’un bile kıskanacağı çaptaki filozof lider, İzmir’den yükselen zalim alevleri Bornova’dan seyrederken acı tarihiyle birlikte kül olan eski İzmir’in yerine yükselecek modern İzmir’i kurması mukadder nesiller gözünün önüne geliyor, bu ateşle arınma ayininin kenarındaki öksüz, yetim, fakir ve aç, ama artık hayal güçleri hür, ellerine ne geçerse onunla oyun kuran neşeli çocuklarda müstakbel İzmir’in, gelecekteki modern Türkiye’nin, tanrısal mimarlarını görüyordu. Bu yüzden milletinin hayal gücünün özgürlüğünü kazandığı 23 Nisan günü; çocuğun, bu kendi küçük ama marifeti pek büyük tanrının, önemini dünyaya ilelebet haykıracak çok özel bir gün olmalıydı.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.