Zincap - Bir dostluk hikâyesi

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Gerçek Dostluğun Anlamı Nedir?

John Honey ormanı ve ormanda tek başına vakit geçirmeyi çok seviyordu. Fakat bir gün ormanda karşılaştığı kızıl bir sincabı boz sincaplara av olmaktan kurtardığında, kendini hayvanların konuştuğu, insan kılığına girdiği, hatta savaştığı bir dünyada bulacağını bilmiyordu.

Kızıl sincap Zincap’ı tehlikelerden korumak ve güvenli bir yuvaya ulaştırmak için hayvanların Bizim Dünyamız dediği bambaşka bir evrene adım atan John, biçim değiştiren ekin kargası Hrok ve zeki ev kedisi Mersedes’le birlikte olağanüstü maceralara atılarak gerçek dostluğun anlamını öğreniyor.

Ormanda

John Honey ormanı çok severdi. Kıvrılan patikaları, ormanın gizli köşelerini severdi. Tavşanları, tilkileri ve porsukları, baykuşların ötüşünü ve alakargaların gürültülü uyarı çığlıklarını severdi. Başkalarını korkutan çimen yılanlarını bile severdi.

Bahçe yolunda uzaklaştığını gören annesiyle babası, “Nereye gidiyorsun John?” diye sorduklarında hep aynı yanıtı alırlardı. “Ormana.” Döndüğü zaman, “Ormanda ne yaptın John?” diye sorarlardı. Fakat John on yaşındaydı ve onlara her şeyi anlatmak zorunda değildi. “Bir şeyler yaptım işte!” derdi veya “Ormanda dolaştım.” Bazen yontup bir kuş ya da kurbağaya dönüştürdüğü küçük bir tahta parçasını eve getirirdi, annesiyle babası da onu şömine rafına koyarlardı.

Büyüyünce ne olacağı sorulduğunda hep aynı yanıtı verirdi: “Ormancı.” John’a göre ormancı ormanda dolaşıp etrafa göz kulak olan, kuşların nereye yuva yaptığını, en lezzetli böğürtlenlerin ve yaban elmalarının nerede olduğunu bilen kişi demekti. Zaten şimdiden, neredeyse, ormancı sayılırdı.

Gökyüzüne yükselen koca ağaçlar, ağaç dallarının oluşturduğu farklı şekiller, toprak, yaprak, ağaç kabuğu kokusu, küçük hayvanların izleri, ağaçların tepesinde dolaşan meltemin hışırtısı, durgun havalardaki derin sessizlik, ormanın dışarıdaki dünyadan korunaklı, çok eski ve değişmeyen bir şey olduğu duygusu. Orman büyülü bir yerdi. Bütün eski öyküler böyle söylüyordu.

Ormanın harikalar diyarında her şey olabilirdi. Bir keresinde patikada dolaşan yavru bir tavşanın üzerine atlayan bir sansar, küçük hayvancığı oracıkta öldürüvermiş, tavşanın minik cesedini eline alan John, kulağının arkasında sansara ait iki tane iğne gibi sivri dişin izini görmüştü. Arkasından anne tavşan patikada belirmiş, John’a bakarak tavşanların çıkarabileceğini bilmediği bir ses tonuyla uzun uzun inlemişti. Bir keresinde de John bir engereğin kuyruğuna basmış, yılan onu ısırmak için başını hızla havaya kaldırmış ama gözlerinin içine baktıktan sonra tıslayarak uzaklaşmıştı.

Derken bir gün Zincap’la karşılaştı.

Kasım ayıydı ama hava ılıktı, gökyüzünden gümbürtüler geliyordu. Küçük siyah bulut kümeleri gökyüzünde hızla koşturuyordu. Ormanda dolaşıp etrafa göz kulak olan John, altında durduğu ağacın tepesinde kızıl bir sincap gördü.

Herkes ormanda kızıl sincap kalmadığını söylüyordu. Babası bundan emindi, bahçıvan Yaşlı Etherington da öyle.

Oysa John dallardan birine oturan, minik patileri arasında iri bir fındığı çeviren, kalın kızıl kuyruğunu havaya dikmiş sincabı gözleriyle görüyordu işte.

Bahçıvan Etherington ormanın bir zamanlar kızıl sincaplarla dolu olduğunu söylemişti. Sonra bir gün ormana boz sincaplar gelmişti, bunlar daha büyük, daha sert ve vahşiydiler. Boz sincaplara karşı hiç şansı olmayan kızıl sincaplar ormanı terk etmişti. Yaşlı Etherington’a göre ormanda on yıldır bir tane bile kızıl sincap yoktu.

Ama John’un gördüğü bir kızıl sincaptı işte.

Yandaki ağaçtan bir hışırtı geldi. Küçük kızıl sincap dönüp omzunun üstünden o yöne baktı ve patilerinin arasındaki fındığı bıraktığı gibi yerinden fırladı. Yandaki ağaçta boz sincaplar belirmişti. İkisi dalların üstünde koşarak kızıl sincabı kovalamaya başladı. Üçü yere indi.

Küçük kızıl sincap ağacın tepesine, daha ağır boz sincapların çıkamayacağı ince dallara tırmandı. Daldan dala atlıyor, ağaçtan ağaca zıplıyordu ama sonunda bir ağacın üzerinde kalakaldı. Buradan zıplayabileceği başka ağaç kalmamıştı. Onu kovalayan iki boz sincap yaklaşıyordu, yerdeki üç sincap da ağacın gövdesine tırmanmaya başlamıştı.

Derken kızıl sincap beklenmedik bir şey yaptı. Ağaca tırmanan üç boz sincaba doğru hızla koşmaya başladı. Onu birdenbire karşılarında bulan boz sincaplar şaşırıp sağa sola kaçıştı.

Küçük kızıl sincap yere ulaşınca daha da şaşırtıcı bir şey yaptı. Koşarak John Honey’nin durduğu yere geldi, paçasına tutunarak çocuğun üzerine tırmanıp omzuna oturdu.

Beş boz sincap ağacın dibinde toplanıp böğürtlen karası gözlerinde öfkeli ışıltılarla kızıl sincaba baktılar, onun peşinden John’un üzerine tırmanıp tırmanmamaya karar vermeye çalışıyorlardı sanki.

“Aaaaaah!” diye haykırdı John. Tehdit etmek için değil korktuğu için bağırıyordu ama çığlığı yüksek sesliydi ve aniden çıkmıştı.

Yeniden “AAAAAAAH!” diye haykırıp kollarını havada savurmaya başlayınca boz sincaplar ürkerek kaçıştılar ve koşarak ağaçların arasında gözden kayboldular.

Küçük kızıl sincap çocuğun omzundan indi, biraz uzaklaşıp yere oturdu. Başını yana eğerek John’a baktı.

Koşarak patikada uzaklaşmaya başladığı zaman, John üzüldüğünü hissetti. Sincap çok sevimli ve minikti, omzunda oturması da çok hoş bir histi. Sincap durup arkasına döndü, John’a baktı. Yeniden koşmaya başladı, bu kez John onun peşinden gitti.

Yalnızca tavşanların geçebileceği daracık patikalarda koşan sincabı takip etti, eğilerek dalların altından geçip çalıların üzerinden atladı. Sonunda sincap, ormanın derinliklerinde, John’un daha önce hiç görmediği bir yere geldi. Küçük, yuvarlak bir tepenin üzerinde, uzun yıllar önce kurumuş olduğu anlaşılan devasa bir ağaç vardı. Ağaçtan geriye yalnızca dev gövdesi ve iki üç tane çatlamış, kırık dalı kalmıştı. Kabuğu tamamen soyulmuştu, çok yaşlı gövdesi alev rengiydi.

Ormanın en sık ağaçlı bölümüne gizlenmiş olan bu küçük, yuvarlak tepe tuhaf bir yerdi, burada bir zamanlar acayip ve harikulade şeyler olduğunu hissediyordu insan. Belki de uzun zaman önce burası büyücülerin buluşma noktasıydı veya bir zamanlar buraya kılıçları ve mücevherleriyle bronz çağı prensleri gömülmüştü.

Kızıl sincap aniden iki çobanpüskülü ağacının arasına daldı. Ağaçların arasındaki dar patika dik bir eğimle çalıların altından yokuş aşağı iniyordu, en dipte ağzı kökler ve sarmaşıklarla kaplı bir mağara girişi vardı. Kızıl sincap peşinden gelen çocuğa bakıp mağaradan içeri daldı.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.