
- A-Z
- KONU DİZİNİ
- Cogito
- Çizgi Roman
- Delta
- Doğan Kardeş
- Ansiklopedi
- Bilim
- Çocuk Çizgi Roman
- Deneme
- Destan
- Dünya Klasikleri
- Efsane
- Eğitim
- Etkinlik
- Gençlik
- Gezi
- Hikâye-Öykü
- İlkgençlik
- Klasik Dünya Masalları
- Masal
- Mitoloji
- Modern Dünya Klasikleri
- Okul Çağı
- Okul Öncesi
- Oyun
- Resimli Öykü
- Resimli Roman
- Resimli ve Sesli
- Roman
- Romandan Seçmeler
- Röportaj
- Seçme Denemeler
- Seçme Öyküler
- Seçme Parçalar
- Seçme Röportajlar
- Seçme Şiirler
- Seçme Yazılar
- Şiir
- Edebiyat
- Anı
- Anlatı
- Biyografi
- Deneme
- Derleme
- Eleştiri
- Gezi
- Günce
- İnceleme
- Libretto
- Mektup
- Mitoloji
- Modern Klasikler
- Otobiyografi
- Oyun
- Öykü
- Polisiye-Gerilim
- Roman
- Senaryo
- Söyleşi
- Yaşantı
- Yazılar
- Genel Kültür
- Halk Edebiyatı
- Masal
- Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar
- Koleksiyon Kitapları
- Lezzet Kitapları
- Özel Dizi
- Sanat
- Kare Sanat
- Sergi Kitapları
- Şiir
- Türk Şiir
- Tarih
- XXI. Yüzyıl Kitapları
- Sosyoloji - Sağlık
- TEKRAR BASIMLAR
- YENİ ÇIKANLAR
- ÇOK SATANLAR
Yandırma
-
Kategori:
Edebiyat / Öykü -
Yazar:
Nezihe Meriç -
ISBN:
975-363-888-4 -
Sayfa Sayısı:
97 -
Ölçü:
13.5 x 21 cm
"Beyaz kağıda, önce, 'yandırma' yazıyorum. Egeli bahçıvanlardan bir deyim bu. Çapalanacak yerleri bir güzel çapalar, dört beş gün bırakırsın güneşe, yansın toprak. Sonra suyu bir boca eder, bir göllendirirsin. Uuf! Gör nasıl fışkırır haftaya varmadan yaprak çiçek." Nezihe Meriç, dokuz yıl aradan sonra, yeni çiçek açmış öyküleriyle Türkçenin tadını yeniden duyuruyor. Bakmayı, görmeyi, sezmeyi ve sezdirmeyi bilen yazar, okuruna, inceliklerle dolu, "göze görkem" bir öyküler demeti sunuyor.
Onu, yıllar sonra, yeniden gördüğümde, gündelik bir tanımlamayla, çarpıldım diyebilirim. Biz onunla gençken de tanışıyorduk. O pahalı kulübe üye olmadığımız için, denize de ille oradan girmek istediğimizden, sandal kiralıyor, koyu boydan boya geçip kulübün önüne geliyorduk. Çocukluktan yeni çıktığımız, genç, gökçek günlerimiz. Çevremiz kalabalıktı. Analarımız, babalarımız, kardeşler, komşular, akrabalar, öğretmenler, okul arkadaşlarımız, yakın arkadaşlarımızla çevriliydik. Günlük yaşamı onlarla birarada sürdürüyorduk. Daha ayrılmamıştık İstanbul'dan, Boğaziçi'nden. Yalnızlığımızın, yüreğimizde birikmeye başlayan, sonra sonra katılaşacak, bizi uçlarımızdan uğrun uğrun yiyip bitirecek, usangın, uçar akıllı yapacak dünya acısının ayırdında -bile- değildik. Onca yıl sonra döndüğümde, görmüş geçirmiş, orta yaş üstünün pır pır eden ışıltılarını taşıyan bir ateşle parlamakta olduğumuz yıllardı. "Tanrım! Ben onu hiç anlamamışım. Değerini hiç seçip ayıramamışım. Gençlik işte! Oysa tanımlamalara sığmaz o, ancak bakılır, karagüze girmeye çok az kalan bu yılların son ateşiyle ona âşık olunur" diye düşünmüştüm.