Üçlü: Dalyan-Yalnız mısın?-Soğuk Tüylü Martı

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Üçlü’de, Güven Turan’ın daha önce yayımlanan üç romanı; Dalyan, Yalnız mısın? ve Soğuk Tüylü Martı bir arada...

1979 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü kazanan Dalyan’ın merkezinde aşk ve aşksızlık var. İsimsiz bir erkek ve yabancı bir kadın, Penelope... “Cehennem başkaları mıdır, yoksa aynayı biz mi kendimize tutuyoruz?” sorusu çevresinde hep yeni bir şeyler çağrıştıran anlatım sürekliliği... Yazıldığı dönemde romana getirdiği yeni bir zaman anlayışı...

Yalnız mısın?’da bir türlü kimliğini bulamayan, kendine alışamayan bir işadamıyla tanışıyoruz. Ardından da onun yakın çevresiyle birlikte Amerika’dan ülkemize uzanan canlı, değişik bir portreler galerisiyle...
1980’e adım adım yaklaşan gerilimli günler romanın fonu.

Ve Soğuk Tüylü Martı... Birbiri ardına gelen tutku ile aşk, insanları yanlışa, çelişkiye ve acılara itiyor.
Ta Adem’den beri sürüyor bu karmaşa.
Sanat tarihi doçenti Uğur, Ekin ve Selin’le olan ilişkisinde Adem’in Lilith’e olan unutulmaz tutkusunun benzerini yoğunlukla yaşıyor; yasak meyvenin sonuçlarına katlanıyor.

1

Alışılmışlığın dışına çıkılınca, çevre de değişiyor. Her zaman geldiği, her şeyini çok iyi bildiği bu pastane, kokularıyla, ışıklarıyla, kişileriyle daha önceki günlerin bir benzerini yaşıyor. Çevresindeki kişilerin ikişer üçer oturmalarına, konuşmalarına karşın o tek başına oturuyor. Kitabını okuyor. Arada bir kitabını kapatıyor, kahvesini yudumluyor. Buraya gelmeden önce duyduğu tedirginlik yok şimdi. Rahat rahat kendisiyle kalabiliyor böyle. Ama ister istemez anılara kayıyor usu. Bağışlamayan belleğiyle buradaki konuşmaları anımsıyor. Her şeyi geçmişle ölçüştürmesi tedirgin ediyor onu. Kurtulamıyor bundan. Kurtulamıyor mu? Kurtulmak istemiyor. En doğrusu bu.
Sinemadan çıkanlar dolduruyor pastaneyi. Müzik dolabı birbiri ardından gümbürdetiyor en yeni parçaları. Şimdi hemen herkes çok genç. Uzun saçlı kızlar, oğlanlar. Bluejeanleri, pançoları, koyun postu kaplı kaftan benzeri uzun mantoları, paltolarıyla, bağıra çağıra konuşuyor, müzik dolabının çevresinde toplanıyorlar. Dolabın ışıklı yüzüne bakıyorlar, bir akvaryuma bakan kediler gibi ya da akvaryumdan bir kediye bakan balıklar gibi. Anlamsızlıkla dikkat yoğunluğu birbirine karışmış yüzlerinde. Yeniden kitabına eğiliyor. En boş masa kendisininki.
Bir ses, okuduğu kitabın diliyle, oturmak için izin istiyor. Başını kaldırıyor, uzunca, çıkık elmacık kemikli bir yüz, yüzüne doğru eğilmiş, yanıtını bekliyor. Alıştığı bir tepkiyle gülümseyerek, başıyla karşısındaki sandalyeyi işaret ediyor. Oturuyor kız, elindeki halı heybeyi masanın üstüne koyuyor. Sarıyla kahverengi arası uzun, düz saçlarını başını garip bir biçimde sallayarak omuzlarından geriye atıyor. Önce kitaba bakıyor, sonra da yüzüne. Gülümsüyor, yüzü büsbütün çekiliyor gülümseyince. Kısılıyor gözleri, “Kaçıncı sayfadasın, neresindesin kitabın?” diyor. Şaşırıyor bu soruya. Alışılmış bir soru biçimi değil bu. “Korsanlar, kadın taşıyan gemiye baskın yaptılar,” diyor. “Barth, büyük bir yazar. Bir çağın dilini böylesine çağdaşlaştırabilmek... Bir baş yapıt!” O da, alışılmış saklanma, kaçma huyunun dışında, konuşmaya girdiğine şaşırarak, “Hangi çağın baş yapıtı? Bu, okuduğum en iyi on sekizinci yüzyıl romanı,” diyor. “İyi ama, o ölçüde de çağdaş!” —”Onu çağdaş yapan öğe ne sence?”— “Kullandığı sözcükler, dil yapısı eski olmaya eski ya, bu eskilik bilinerek, bütün geçmiş dil geleneğini bilerek yazılmış. O dilin kullanıldığı çağdan günümüze dek gelen değişiklikleri içinde taşıdığı için çağdaş.” —”Borges’i okudun mu, o da buna benzer bir şeyler söyler.”— “Evet, Don Quixot’un yeniden yazılmasıyla ilgili denemesinde.”— “Borges olağanüstü bir yazar” —”En sevdiğim yazarlardan biri.”— “Kafka, Beckett, Joyce gibi çağımızın temel yazarlarından.” —”Kim, Borges mi?”— “İkisi de, Barth da Borges de.”

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.