Türkiye İktisat Tarihi

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Niyazi Berkes Türkiye İktisat Tarihi’nde Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünün ve zenginliğinin doruğuna ulaştığı XVI. yüzyıldan geleneksel yapıların bütünüyle çözüldüğü XVIII. yüzyılın kapanışı arasındaki toplumsal ve ekonomik değişim üzerinde yoğunlaşıyor.
Orta Avrupa’ya, Akdeniz’in batısına doğru genişlemesi, Hindistan ve İran’ı Avrupa’ya bağlayan ticaret yolları üzerindeki konumu Osmanlı İmparatorluğu’nu XVI. yüzyılın sonunda Batı dünyasının bir parçası haline getirmişti. XVII. yüzyılın başından itibaren Batı’da ortaya çıkan ekonomik hareketlilik, özellikle para ve fiyat devrimi Osmanlı ekonomik düzeni üzerinde yıkıcı bir etki yapmış, hazinenin sürekli bunalımına, geleneksel timar usulünün yerini iltizam usulünün almasına ve Osmanlı toplum düzeniyle hiç uyuşmayan âyan ve derebeyi gibi yerel güç odaklarının doğuşuna yol açmıştır.
“Osmanlı devleti türünden bir devlet, (a) kendi hazinesi için tarımsal üretimi kontrolü altına alınca,
(b) seferleri için ordusuna malzeme ve techizat sağlamak için zanaat piyasasına sahip olunca, (c) cami, medrese, han, hamam, çeşme, köprü, su yolu, tersane, liman, gemi, yelken, çadır, kılıç, zırh gibi zanaat işlerinin piyasasına girince, (d) mücevherat, altın, gümüş, değerli taşlar, ipekli, kürk ve daha ne bilmem ne gibi bir alay lüks giyimin ve süslenme eşyasının en büyük ve biricik müşterisi olunca, kısaca hem tarım hem kent ekonomisini kendine bağlı hale getirirse, hatta bu ekonomilerin tek-el yönleyicisi de olursa orada ne feodal ekonomiden, ne de serbest işçi emeği piyasa mekanizmasına göre işleyen bir emtia üretimi kapitalizminden söz etmek mümkün olur.”

Osmanlı ekonomik tarihi üzerinde hayli yıldan beri özel olarak çalışmaktaydım. Bu konu üzerinde az buçuk değeri olabilecek bir yapıt meydana getirmek için çok yıl çalışmak, bilinmeyen, işlenmemiş, üzerinde çalışılmamış daha pek çok şey öğrenmek gerektiğini çok iyi biliyorum. Bu alanda çalışan bir kimsenin karşılaştığı en büyük güçlük, genellemelerin dayandırılması gereken verilerin yetersizliği, hatta çok kere yokluğudur. Şimdiye kadarki Osmanlı tarihçileri bu işi yapmamışlar. Ancak şimdi, özellikle Ömer Lütfi Barkan, Halil İnalcık ve Mustafa Akdağ gibi araştırıcılar bu işe başlamış bulunuyorlar. Öyleyken bu çığırda geleceklerin yapacağı daha çok şey var.
Bu güçlüğün yanında bir güçlük daha var: Araştırıcıların bize geçmişte sağlamadığı, ya da şimdi sağlanmaya başlamış olan verileri bir tarih oluşumu görüşü içinde teorileştirme zorunluğunun yarattığı güçlük. Son zamanlarda bu işin kolayını bulanlar oldu: Bunlar çok daha iyi bilinen Batı Avrupa ekonomik tarihinden çıkarılan görüşleri model olarak alıp bizimkini de ona “yakıştırmak” yolunu tuttular. Çok yanlış bir yol. Kimileri de bunu yapmayayım derken Muhayyelât-ı Aziz Efendi cinsinden yorumlamalar yapma yolunu tuttu. Bu, yalnız yanlış değil, fazla olarak kötü bir yol. Bu yargının ağırlığı yüzünden son yıllar içinde çıkan kitapların adlarını vermeyi münasip bulmuyorum.

Bu yapıtta okuyacaklarınız, ayrıntılı tarihin ancak “suyunun suyu” olabilecektir. Üstelik, bu aşamada kim bilir ne hatalar işlenmiş olacak! Zamanla yanlışları düzeltmek, doğru yolu bulmak hepimizin ödevi olmalıdır. Ben bu yazdıklarımı çekinerek yayımlıyorum. Ancak başkalarına olumlu faydası olmasa bile onları daha doğruyu aramaya götüren bir etki yapabilirlerse bir başarı sayılabilir.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.