Son Bakışta Sanat

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Sanatın ve sanat eserlerinin hayatımızda ne kadar yeri var? Sanata nasıl bakıyoruz? Sanat bizim için ne ifade ediyor? Ya da ediyor mu? Bu sorulara yanıt vermeden önce şöyle bir düşünelim. Kendimizle, iç dünyamızla olan bütünlüğümüzü kaybettikçe aklımız da duyular dünyasına yabancılaşmaya başlamıyor mu? Maddi sınırlar içine sıkışıp kalan aklımız, nedensel bağlardan uzaklaşıp bizi ne kadar zenginleştirebiliyor? Görünen o ki doğadan kopan insana akıl şekil vermeye başladıkça duyular köreliyor. Akıl her şeyi belirler olduğunda bilgi, bilim de uzmanlaşarak bütünselliğini yitiriyor. Uzmanlaşan insan da bütünsel bakış geliştirmekten uzaklaşıyor. Bir alanda uzmanlaşırken birçok alandaki yetilerimiz körelmeye başlıyor. Ve ne yazık ki gelişmenin yegâne yolu da bu olarak görülüyor. Dolayısıyla çoğumuz için biçim içerikten daha önemli bir hale geliyor. Çünkü akıl biçimi meşrulaştırıyor içeriği değil. İşte tam da bu noktada, bu kısırdöngüden çıkabilmek için yukarıdaki soruları sormak önem kazanıyor.
Taylan Altuğ, kitabın adına Son Bakışta Sanat demiş. Buradaki “Son Bakış”, kendi ifadesiyle ilk elde, felsefi estetiğin sanata ve sanat eserlerine bakışını ima ediyor. Yazar, felsefi estetiğin sonda gelen, sonradan gelen bir son-görü olarak, sanatla olan zorunlu bağına, etkileşimine ve karşılıklı bağımlılığına bir telmihte bulunuyor; bunu yaparken “… zamanımızda salt duyumda duyulara hoş gelen şeyle eyleşip duran postmodern yüzey estetiği içinde ölüp gitmekte olan sanatın” yeniden kazanılıp kazanılamayacağını irdeliyor. Bir umut arayışının: Felsefi estetik çerçevesinde, sanatın bir şeyi ifade ederken aynı zamanda onu gizleyen özelliğinin peşine düşüyor.

“Son Bakışta Sanat” ibaresinde “son bakış”, ilk elde, felsefi estetiğin sanata ve sanat eserlerine bakışını ima ediyor; felsefi estetiğin sonda gelen, sonradan gelen bir son-görü olarak, sanatla olan zorunlu bağına, etkileşimine ve karşılıklı bağımlılığına bir telmihte bulunuyor. Öte yandan, bu ibare, ikinci olarak, “estetik deneyim içinde” ve zamanımızda salt duyumda duyulara hoş gelen şeyle eyleşip duran postmodern yüzey estetiği içinde ölüp gitmekte olan sanatın, son bakışta yeniden kazanılıp kazanılamayacağına ilişkin bir umut arayışına da işaret ediyor. Benjamin’in “son bakış”ında olduğu gibi, yitip gitmekte olanı (sanatı), bir anlık parıldayışında yeniden ele geçirme ve bu bir anlık ışıldamada hakikati içinde sanatın belirişini görme imkânına el veriyor.

Hegel, güzel ve sanat üzerine düşünüm’ün yani felsefi estetik ’in, büyük sanatın (Grek sanatı ve Ortaçağ Hıristiyan sanatı) sona ermesiyle birlikte, artık yalnızca salt seyirde güzeli ve sanatı değerlendiren ve yargılayan modern bilinç için bir gereksinim olarak ortaya çıktığını belirtir. Bunun gerisinde, sanatın, kendisi aracılığıyla Tinin, toplumun temel etos’unun bilgisine eriştiğimiz biricik tarz olmaktan çıkıp; kendi başına var olan, bağımsız, özerk bir alan haline gelmiş olması olgusu bulunur. Sanat tinin mutlak bir gereksinimi olmaktan çıkmış ve tinin kendine ilişkin bilgisi, yani hakikat, daha yüksek bir alana, dini tasarımlar alanına aktarılmıştır.

Başlangıçta, arkaik sanat, doğayı etkilemeyi amaçlayan büyü ve kült pratiklerine katılmış, onlardan pay almıştır. Daha sonra, sanatın bir parçası olduğu bütün tarafından sanata dini ve politik bir amaç verilmiştir. Bu amaçların ortadan yok olması ile birlikte, sanat kendi yoluna gitmek durumunda kalmıştır. Amacı bir defa yok olduğunda, sanatın kendi iç yasası, sanatı, kendisini içkin olarak eklemleme yönünde harekete geçirir; böylece sanat, hemen göze batan anlam gereksinimine ifade vermek suretiyle anlam elde eder hale gelir. Sanatın ne için olduğu, yani amacı ortadan kaybolurken; aynı zamanda farklı bir biçim içinde, yani bir kendindelik olarak muhafaza edilir. Böylece sanat ve sanat eseri kendinde bir amaç olur. Bu şekilde, sanat eseri bir estetik nesne, bir beğeni nesnesi olarak bağımsız bir toplumsal statü elde ettiğinde, sanatın öznesi (alımlayıcı) ile nesnesi (eser) arasında var olan bütün geleneksel bağlar da çözülüp ayrışmıştır. Sanat ve sanat eseri artık Tine ait bir şey olmaktan çıkmış, kendine ait tine sahip estetik bir kendilik haline gelmiştir. Düşünüm çağı’nda, sanat eseri, şimdi, estetik değerlendirme ve yargılamanın nesnesi olarak karşımızda durmaktadır.

Hegel estetik bilincin ortaya çıkışını şöyle betimliyor: “Şimdi, sanat eserlerinin bizde uyandırdığı şey, salt dolayımsız zevk değil, ama aynı zamanda bizim yargılamamızdır, çünkü sanatın içeriğini ve sanat eserinin sunum aracını ve her ikisinin birbirine uygunluğunu ya da uygunsuzluğunu entelektüel irdelememize tâbi kılarız. Bundan dolayı, günümüzde sanat felsefesi, sanat olarak kendisinden ötürü sanatın tam doyum verdiği günlerde olduğundan daha büyük bir gereksinimdir. Sanatı yeniden yaratma amacı için değil, ama sanatın ne olduğunu felsefi olarak bilmek için, sanat, bizi entelektüel irdelemeye davet etmektedir.”

O halde, yakın bir geçmişe sahip olan estetik düşünüm, sanatın ne olduğunu felsefi olarak bilmek için, sanatın, sanat eserlerini anlayan öznel tine yaptığı çağrıya bir karşılık verme olarak anlaşılmalıdır. Felsefenin sanata doğru bu gidişi, öznellik ve nesnellik uğraklarının kesiştiği yerde bulunur.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.