Sese Gelen Sevgili - Toplu Öyküler

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Toplu şiirlerini yayımladığımız sırada, 2012’de yitirmiştik Sami Baydar’ı. Ardında iki de öykü kitabı bırakmıştı: “Dünyadan Çıkış Yolları” (1990) ve “Dünyada Anılara Bakıyorum” (1991). Bu iki kitabına, yirmi beş yıl boyunca, kimi dergilerde yayımlanmış, kimi daktilolu sayfalarda dostlarının elinde kalmış on altı öykü daha ekledik ve adını “Sese Gelen Sevgili” koyduk. Toplu şiirleri “Dünya İnancı”ndan sonra, Hasan Aydın’ın derleyip hazırladığı toplu öyküleri “Sese Gelen Sevgili” ile Sami Baydar edebiyatı tamamlanıyor.

Bir gürültü oldu, geldin mi? Kızdın mı bana? Bana hiçbir şey söylemiyorsun. Ne olacağım ileride ben? Sen benim uzaylı sevgilim misin? Ben uzayla hiç ilgilenmedim ki. Ben hiçbir şey bilmem. Aptal olmasam şimdi seni çağırır mıyım? İnsanlar korkarlar böyle şeylerden.

80’li yıllarda kültür-sanat ortamımız epey alevlendiydi. Öğrenci kahvelerinde yeni çıkan birçok sanat edebiyat dergisi okunup paylaşılıyordu. Sami’yi böyle bir kahvede tanıdım. Her gün üç beş daktilo sayfası getirirdi. Fotokopi çektirip arkadaşlara dağıtırdık. Yeni kurulmuş, heveskâr edebiyat dergilerine ulaştırırdık. Hemen o günlerde şaşırtıcı resimlerini de gördük. İlk fan kulübü kendiliğinden kurulmuştu.

1990 yılında ilk öykü kitabı “Dünyadan Çıkış Yolları”nı Cumartesi Yayınevi’nden çıkardık. Kulüp genişlemeye başladı. Resimleri de çok konuşuldu. Ancak sergilemek yıllar sonraya kaldı. Dahası, “bilen bilir” gibi tuhaf bir durumun içinde kaldı Sami. Daha fazlasını ister miydi, doğrusu ben de bilmiyorum şimdi.

İkinci öykü kitabı ise “Dünyada Anılara Bakıyorum” (Yayınevi Yayıncılık, Ekim 1991). Sami’yi ifade eden, sevdiğimiz kitap adlarından biri.

Toplu şiirleri “Dünya İnancı” yayımlanınca (YKY, 2012) fan kulübü iyice gelişti. İnternette güzel bir sayfası var şimdi.

Sami’nin arkadaşlarına dağıttığı, kitapları dışındaki öykülerden kimileri dergilerde yayımlanmış, kimileriyse daktilo sayfalarında kalmıştı. Bulabildiklerimizi “Kalanlar” bölümünde sıraladık. Öykülerinden birinin adını bu kitaba çok yakıştırdık. Yaşasaydı hiç itiraz etmezdi “Sese Gelen Sevgili”ye.

Sami’ye mektubumdur:
“Kardeşim Sami,

Senin gibi melekleri gören sütkardeşin yanında. Dünyadan çıkmak istiyorum diyen, resim yapan, şiir, öykü yazan. Senin gibi. Sen “yapayalnızlık” demiştin. Fikret Ürgüp “tam yalnızlık” demişti. Sen “dünyadan çıkış yolları” demiştin. O, “bu dünyadan kurtuldum” demişti.

Bu dünyaya acıyla bakışın imgelerini yüzümüze çarptınız.

İyi ki varsınız.”

Hasan Aydın
Mart 2015

Gözlerimi Açıp Görmeyi Öğrenince

Gözlerimi açıp görmeyi öğrenince seni de anımsamaya başlamıştım. Hiç yabancı gelmeyen bir yastıkta, ikimizin gözleri uzayan ve kısalan suyu seyreder ve su derin açılışlarıyla gözlerimizi yaşatmanın bir başka boyutuna götürür, anımsatır.

Su yağmurun ve buharın verdiği üzüntüyü, onların kendisini taşıyamayışlarını söylerdi.

Sen veya ben: O üzüntü ve taşıyamayış bir burçtu. Biz de o burçtan iki insan. İnsanın aynı burçtan olması hiçbir zaman çekinilecek bir şey değildir. Hiçbir zaman da fallarımızda aynı şeylerin yazması bizi sitemlere götürmez. İnsanın borcu olmamasına rağmen, bütün burçları yapanlara güzelliğin ince işçisi diyebilirim.

Sen ya da ben: Doğmadan önceki karanlıklarda ve doğduktan sonraki karanlıklarda neler duyumsadın?

Sen ya da ben: Biçimlerin en güzeli dünyanın izdüşümüdür. Bu izdüşüm kendini bir güneşle yok eder, güneşi isterken. İzdüşüm kaybedilir, ardından bir el dokunur göğün sayfasına, o da ancak sınırlarına takıldıkça, yüzeyde dolaştıkça, bu iç içeliği bir kör okuyuşuyla. Ve sonunda güneş çekilir izdüşüm görülmez mi?

Güzelliğin ince işçileri suyun üzerlerine sıçrayan damlalarını bir şişede toplarlar ve daha artar değerleri, gözlere çekilince ya da serinletmek için o sevgilinin dudaklarını.

Bir eksik damlayla bir avuç suyun artık kendini taşıyamayacağını gösterir. Şişeye dolan her damla önce incecik boğazdan sıyrılır, sonra kendini toplayıp bir öncekinin üzerine eklenir, orada sessizce gelen arkadaşlarını gözlemler. Ardından şişe kapanır; değerli birikinti su gibi kutsal içecek ol. Ardından yeni çalkantılar, tırmanışlar ve birbiri içinde boğuluşları damlaların, uslu insanlara us ve anlama gücü olabilir mi?

Ardından o kutsal ten sevgi suyuyla yıkandı, doğruluğun içkisiyle dolarak içi coştu, tenini şaşırttı.

Sen ya da ben: Elini isteyebiliriz birimizden. Sana ya da bana dokundurtmadan eli boş bırakmak suyu cam kırıklarıyla karıştırmaya benzer. Ve yok olmaya kavuştuğu anda dönerek birimiz birimize: İlk adımı atarken benden ne götürüyorsun beraberinde?

Birimiz tek ve aç benzeyebilir. Yoksa geri dönüp gelebileceğini mi düşünüyorsun? Dolan süre hiç de gerçek dışı değil, eğer beni de götürmüyorsan evrenine. Ve devamlı bir gidici olduğunu söylüyorsan, artık kendimi o suyun kenarında kum ve kırık cam parçalarıyla besleyebilirim. Ben, dersen doğruyum: nasıl dolaşabiliriz bu bahçede. Beslenmeye dinlenmeye biraz da kurtulmaya dersen, sana bir armağan verebilir miyim gitmeden önce? Her şeyin doğrusunu yapanlardansın. Sen de doğmadan önce kucaklayamıyordun, şimdi kucaklayabilirsin. Sevgi ormanı geniştir derler ya, orası sevgi âşıklarının kuru yapraklar topladığı bir tarladır. Orada sevgi uçar, yeşil ağaç yeni sürgünler verir. Artık sözcükler senin, ama bugün kendini istemiyor, bırakmış değilsindir. Doğruluğuna inanmazsan doğrular seni taşırlar. Bu kendini bırakmışlık bu istememe çemberinden geçersin. Sen de kendini doğruluğuna inandığın lezzetlerin çeşitliliğiyle taşı.

İnatçılık yeter, gezsen de otursan da. Sevgi başını ve bakışlarını tutsak etmiş. O irkilme niye? İlk dokunan ben miyim tenine? Bunu sevgi âşıklarından bir ölünün okşamaları olarak betimleyebilirsin. Ölülerden hiç kimsenin haberi olmaz. Ama senin sözcüklerini çırpar sana da tekrar ettirir.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.