Sahtekâr

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Adam Napier hayatına yeniden başlamak için Johanesburg’dan ayrılır. İşsiz ve amaçsızdır ama içinde edebiyat hırsı vardır, şiir yazmak ister. Hayatını gözden geçirip içindeki şairi uyandırmak için savana kasabalarından birinin kıyısındaki, ağabeyine ait yıkık dökük eve taşınır.
Burada tesadüfen karşılaştığı eski okul arkadaşı Canning, Adam’ı savanların ıssızlığından ayırıp ona ülkenin yeni para ve güç dalgalarıyla şekillenen yüzünü gösterir. Sömürgeci eski zenginlerin ve erk kazanmaya başlayan siyahların yeni Güney Afrika rüyasından pay koparmak için acımasızca mücadele ettiği karmaşık ve tehlikeli dünya, Adam’ı da girdabına çekmeye başlar.

Yolculuk bitmek üzereydi, varış noktasına yaklaşmışlardı. Yakında bir sapak vardı ve görünürde bir ağaç, bir tarla do­lusu koyun ve asfalttan yükselen ısı dalgaları dışında hiçbir şey yoktu. Adam’ın bu noktada durması gerekiyordu ama o durmadı, daha doğrusu tamamen durmadı. Gelip geçen yok­tu nasılsa, her şey güvenliydi ve yaptığı şey de kimse için teh­likeli değildi.
Dolayısıyla polis bir anda ağaç arkasından çıkınca sanki yoktan var oldu. Üniformasının içinde bir ünlem gibi, terte­miz, dimdik ve buyurgan görünüyordu. Az sonra yolun orta­sına dikilerek elini havaya kaldırdı, Adam da arabayı kenara çekti. İkisi açık pencereden birbirlerine baktılar.
“Hadi ama, şaka mı bu?” dedi Adam.
Koyu renk camlı gözlük takan polis epey genç biriydi. Bütün bu toz toprağın ve güneşin ortasında, akıl almaz de­recede serinkanlı ve sakinmiş izlenimi yaratıyordu. “‘Dur’ tabelası var burada,” dedi Adam’a. “Ama siz durmadınız. Ce­zası bin rand.”
“Vay canına. Çok paraymış.”
Polis gülümsedi, omuz silkti. “Ehliyetiniz lütfen.”
“Ceza kesmeseniz, olmaz mı? Uyarı falan verseniz mese­la?” Adam, adamın bakışlarını yakalamaya çalıştı ama koyu renkli gözlük camlarının ötesine geçemedi.
“Kurallar neyse, onu yapmak zorundayım, beyefendi. Kuralları çiğnememi mi istiyorsunuz?”
“Hani, azıcık esnetseniz fena olmazdı.”
Polis yine gülümsedi. “Başım derde girer, beyefendi.” Bi­raz duraksadıktan sonra ekledi: “O durumda buna değmesi­ni sağlamanız gerekir.”
“Anlamadım.”
“Kuralları çiğnememi istiyorsanız, buna değmesini sağ­lamanız lazım.”
Bu sözler öyle kayıtsızca, öyle sohbet havasında söylen­mişti ki Adam yanlış işittiğini sandı. Ama hayır: Tam da işit­tiği şey söylenmişti. Neye uğradığını şaşırdı. Bu tür şeylerin olduğunu biliyordu ama onun başına hiç gelmemişti. Sinirleri gerilerek, direksiyon başında, ne yapacağını düşünmeye ça­lıştı. Polis, arabanın etrafında dolanarak farları, tekerleri, eh­liyeti kontrol ederken, Adam’ın zaman duygusu dikey beyaz çizginin içinde donup kaldı. Polis yeniden pencereye döndü­ğünde, “Ayrıca ehliyetinizin de tarihi geçmiş. Bin rand da o ediyor. Evet, ne diyorsunuz? İsterseniz... İki yüz diyelim, her şeyi unutalım,” dedi.
Adam ani bir öfkeye kapılarak, “Hayır,” diye karşılık verdi.
“Hayır mı?”
“Kesinlikle hayır. Metelik ödemiyorum size.”
Polis yeniden omuz silkti. Gülümsemesi hâlâ küçük dol­gun dudağının etrafında belli belirsiz duruyordu. “Ehliyeti­niz lütfen,” dedi.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.