Saatler - Seçme Öyküler

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Zaman’ın usta öykücüsü...

“… "Saatler"deki altı öyküyü, Aksal’ın yazdığı ya da yenilediği “kesin” denebilecek biçimlerini temel alan "Gazoz Ağacı ve Diğer Öyküler"den aldım.
Kitaba adını veren “Saatler” dışındaki beş öykü, dediğim gibi, yazarının yenilediği ya da zaten “yenilenmiş” tavrıyla yazdığı için “yeni” olan öykülerdi; onları seçmek zor olmadı.
Altıncı öykü için, ilkin Aksal’ın bilinen en eski öyküsü olan “Semtin Kahvesi”ni düşündüm. Bu öykü, "Gazoz Ağacı ve Yaralı Hayvan"da yer almadığı gibi, Aksal’ın bu iki kitabı gözden geçirip yeni öyküler ekleyerek yayımladığı "Gazoz Ağacı / Yaralı Hayvan"a da alınmamış, dolayısıyla Arif Yılmaz’ın eleştirel basımına da ilk haliyle girmişti. Bu özelliğiyle, öteki öykülerle karşılaştırıldığında yazarının 45 yıllık öykücülüğünde dilinde ve biçeminde nelerin değiştiğini, nelerin aynı kaldığını izleyebilmek için ideal bir örnek olacaktı.
Ama sonra, yazarının (gerekçesi ne olursa olsun) en son kitabına almadığı ya da belki alamadığı bir öyküyü böyle hedef kitlesi belirli, sayfa sayısı sınırlı bir derlemeye alma yetkisini göremedim kendimde. Sonuçta, Aksal’ın bütün yazdıklarında başlıca izleği olan “zaman”ı (şiirlerindeki kadar felsefi ve soyut düzlemlerde, bağlamlarda olmasa da) ele aldığı bir öykü olan “Saatler”i tercih ettim. Umarım yaptığım seçimler, genç okurlarımızı Sabahattin Kudret Aksal’ın bütün öykülerini, oyunlarını ve (Enis Batur’un yerinde saptamasıyla “ürpertici yalınlıktaki”) şiirlerini de okumaya yöneltecek uygunluktadır.”

 

Selahattin Özpalabıyıklar

Şehrin bitiminde, denize yakın mahallenin çocuklarının rüyası da, gerçeği de bir bakkal dükkânıydı. Mavi, kırmızı, sarı, yeşil renklerle, kâğıtlarla, uçurtmalar, uçurtma kuyruklarıyla, türlü kutular, fenerleriyle bir bakkal dükkânı, bir mahalle bakkalı, çocukları büyüler, çeker kendine. Bu sade sözünü ettiğimiz mahallenin çocukları için değil, dünyanın bütün çocukları için de böyledir az çok.

Bu mahallenin çocukları içinse bir bakkal dükkânı göz kadar burun içindir de. Türlü renkli bilyeler, üstünde küçücük kız çocuklarının resimleri olan renkli toplar, uzun, kâğıttan yapılmış düdükler, bin çeşit oyuncaklar görülür bir yandan; bir yandan da yağ, peynir, sıcak leblebi kokar.

Bakkal dükkânının köşesinden sapıverin mahalleye, yazın bir toz bulutu, kışın da bir çamur denizi karşılayacaktır sizi. Eski küçük tahta evlerin çevirdiği dar sokaklarda çocuklar sabahtan akşama dek birdirbir, kuka oynar. Hava karardı mı da saklambaç. Geceleri oynanan saklambaca sezdirmeden birkaç delikanlıyla, birkaç yetişkin kız da katılıverir. Bu kızlar ne de güç bulunur saklambaçta. Bakarsınız, bir delikanlıyla bir kız bulunmayıverir de.

Az ötede, bakkalın öbür köşesinde, Hacı Emin’in yazın bir yangın yerine doğru taşan, genişledikçe genişleyen, kışınsa küçük bir odaya tıkılan kahvesinde işsiz delikanlılar pişpirik, kaptıkaçtı, maça kızı, daha oyunun türlüsünü oynar. Gündüzleri birkaç delikanlınındır Hacı Emin’in kahvesi. Beşten, altıdan sonra işinden çıkanlar birer ikişer görünür.

Kadınlar beşe doğru ellerinde seccadeleri, bir sepet içinde gaz ocakları, kahve, şeker kutuları, bir iki cezve, birkaç fincanla deniz kenarına giderler. Denizin ta açıklardan getirdiği dayanılmaz bir lodos, çürümüş sebze, ölü bir kedinin kokusunu dağıtır durur etrafa. Aldırmazlar bu kokuya, yeter ki insanın gönlü şen olsun der gibi içerler kahvelerini denize karşı. Elli metre kadar ötede, küçücük bir burnun arkasında delikanlılar denize girer.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.