Resul

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

“Artık insan olmayacak ve korkmama gerek kalmayacak.”
Sadece canlı, sadece kendisi, kendisiyle eşit ve kendinden ibaret oluşun bilgisiyle kuşanmadan, bir yanıyla salt var oluşa, bir yanıyla çaresiz yok oluşa koşan Resul, dil’in içinde bir dil, ev’in içinde bir ev kuruyor: Durmadan devinen, dönüşen ve her şeyi şekillendiren bir dünyada, “hayatta ve bilmede” daima başladığı yere dönmeye mahkûm o varlık, gerçek olanın tekinsizliği gerçekdışının açık seçikliğinde bedeninin ve aklının sınırlarını zorluyor.

“Hiçbir şeyi netleştiremiyor, hiçbir şeyi sabitleyemiyor, durmadan çırpınıyorum. Durmadan her şeyde başa dönmek ve sonuna kadar bilmek istiyor, her seferinde anlamayı bitirdiğim şeylerin değiştiğini ve o ana dek yaptığım her şeyin boşa gittiğini görüyorum. Bundan yorulmak bir işe yaramıyor. Hayatta ve bilmede her an yeniden başa dönmek gerekiyor. Bundan vazgeçmek mümkün değil, o tuhaf sarsak aklım söz dinleyesi değil, yapıyor. Bana düşen onun sonu gelmez tartışmalarına ve durmadan değişen yeni duruma uyarlanma çabalarına kahramanca tahammül etmek.”

Gece boyunca başucumda oturup bana baktı. Oradaydı, biliyordum, bakışının yarattığı basıncın etkisi altındaydım. Nefes alış verişini duyuyordum; uzun, yavaş, derin bir iç çekiş gibi soluyordu. Usulca öksürdüm, tepki vermedi. Hemen arkamdaydı. Başımı çevirsem göz göze gelecektik. Nasıl da zor, acıtıcı bir şey olurdu bu. Gözleri muhtemelen anlatılmaz ölçüde parlak bir siyah olacaktı. Örümcekli bir bakışı olacaktı. Kasvetli bir mezarlıkta, aysız bir gecede kalakalmış gibi hissedecektim. Kendimi orada kıstırılmış hissedecektim. En kötüsü, gözlerimi ondan alamayacak, insanın bir daha yukarı çıkılamadığını bilmediği bir kuyuya merak ve istekle inmesi gibi bir duyguyla gözlerine gömülecektim. Orada, onun evinde kendimi bilemeyecektim. Kendimi oymuş, onun bir parçasıymış gibi hissedecektim.

Böylece onunla göz göze gelmekten kaçındım. Bakışmaktan kaçındıkça küçülüyordum. Ben küçüldükçe onun büyüdüğünü, gözlerinin arsız bir iştah, dizginsiz bir yok etme hırsıyla parladığını sanıyordum. Kapıldığım ölümcül korkuyla bedenimin içlerine doğru çekiliyordum. Boşalttığım her yeri adım adım ele geçiriyordu. Tenim artık onundu. Seğiren etim artık onundu. Damarlarımda dolaşan kanın tadını almıştı. Kemiklerimi yokluyor, küçük dokunuşlarla sızılabilecek bir çatlak arıyordu. Her an daha da ilerliyor, içerilere işliyordu. Nihayet iç organlarımın ellendiğini hissettim. Buz gibi elleriyle, dokunmayı kimsenin aklından geçirmeyeceği derinlikteki yerlerime dokundu. Bunun bir sonu yoktu. Durmayacağını anlıyordum. Bozguna uğramak, yıkılmak, tamamıyla yenilmek, şartsız teslim olmak, kollarında ölmek üzereydim. Beni tamamen kavramıştı. Beni bedenimden kovacak, oraya kendisi yerleşecekti. Bu küf kokulu gecede, bu kötü güz vakti, bu kötürümleştiren bakışın etkisi altında paramparça olacaktım. Buna, bu kadarına katlanamazdım. Hınçla, öfkeyle kendimi sarstım. Dönüp ona baktım.

Bu durumu kabullenmem zaman aldı. Şaşırmıştım. İlkin olmaz buldum. Ama işte, o da benimle göz göze gelemiyordu. O da benden çekiniyordu. Sindiği yere, hemen yanı başımdaki çalışma masasının ve masa altına sürülmüş sandalyenin koyulttuğu boşluğa diktim gözlerimi. Boşuna. Benimle eşit şartlarda, yüz yüze karşılaşmayı reddetti. Karşıma ancak tamamen kendi seçeceği koşullarda çıkabilirdi. Böylece bazen birbirimizden korkarak, bazen cesaretimizi toplayıp saldırarak bir o, bir ben üstünlüğü ele alacak, sabaha kadar çekişecektik. Ben gözlerimi kapatır kapatmaz başıma dikilecek, yüzümün yüzeyini, en çok bakılmış ve zaten örselenmiş bu kısmını bakışlarıyla didikleyecekti. Bunu ısrarla, aralıksız sürdürecekti. Uyumuşum.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.