Popüler Kültür ve Yüksek Kültür

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Popüler kültür, kültürel eşitlik, sınıf ayrımı ve kent kültürü gibi konulardaki çalışmalarıyla tanınan Columbia Üniversitesi öğretim üyesi Herbert J. Gans, ilk kez 1974’te yayımladığı bu kitabı, 25 yıl sonra, yeni bir giriş bölümüyle birlikte her bölümün sonunda ilk değerlendirmelerini güncelleyen ve yeni eğilimler bağlamında ele alan birer metin ekleyerek sunuyor. Yazar sadece popüler kültürün ve yüksek kültürün karşılaştırmalı bir çözümlemesini yapmakla kalmıyor, toplumdaki sınıf yapısını da inceliyor. Herkesin istediği kültürü seçmeye ve takip etmeye hakkı olduğunu savunan Gans, “aptallaştırma” ve diğer kitle kültürü eleştirilerini de ele alıyor, Amerika’da ve bütün dünyada beğeni kültürlerinin nasıl bir değişim geçirdiğini ortaya koyuyor. Kitap, gittikçe artan benzerliklerin yeni Amerikan rüyasının peşinden koşmayı daha da zorlaştırdığı bir toplumda marjinal, sapkın ya da yenilikçi kültürlerin geleceklerinin tartışılmasıyla sona eriyor.

Kültürel demokrasiyi savunan bu çalışma, popüler kültürle yüksek kültürün eksilerini ve artılarını, 20. yüzyılın son çeyreğinde geçirdikleri –etkileri günümüze kadar uzanan– değişimleri, birbirleriyle olan ilişkilerini bu konularda uzman bir sosyolog ve usta bir yazarın kaleminden okumak isteyenler için yeri doldurulmaz bir eser.

Önsöz

Bu kitap popüler kültürle yüksek kültürün ve bunların Amerikan toplumundaki yerinin sosyolojik bir incelemesidir. Aynı zamanda, kimi saldırganlara, özellikle yüksek kültürün kültür, popüler kültürün de tehlikeli bir kitlesel olgu olduğunu iddia edenlere karşı popüler kültürü savunan, eleştirel bir çalışmadır. Ben ikisinin de kültür olduğuna inanıyorum; onun için çözümlememde ikisine de aynı kavramsal donanımla yaklaşıyorum. Donanımın kendisi sosyolojik olmakla birlikte iki değer yargısına dayanıyor: (1) popüler kültürün pek çok insanın estetik ve diğer arzularını yansıttığı ve ifade ettiği (böylece onun bir ticari musibet değil kültür olduğu); ve (2) bütün insanların, yüksek ya da popüler, istedikleri kültürü seçmeye hakkı olduğu. Yani, vardığı sonuç bakımından bu kitap kültürel demokrasiden yana bir tez ve insanlara, topluma neyin iyi, neyin kötü geleceğini sadece kültürel bilirkişilerin bildiği fikrine karşı bir tez. Sonuç olarak, bu kitap bir kültür siyaseti çalışması, çünkü değerlerini ve bulgularını, daha çok kültürel çoğulculuk sağlayabilecek kimi siyasa önerilerine dönüştürerek sonuçlanıyor. Her ne kadar 1970’lerde sosyal bilim araştırmalarının medyaya, özellikle televizyon haber ve eğlence yapımlarına ilgisi canlandıysa da, bu aralar popüler kültür, Journal of Popular Culture* sayfaları dışında, ne sosyal ne de beşeri bilimlerde pek inceleniyor. Öyle sanıyorum ki popüler kültüre bu ilgisizliğin bir nedeni, pek çok araştırmacının kültüre ticari olmadığı önyargısı ile bakması; çoğunlukla para ödenmeyen kimselerce ya da ekmek parası kazanmayı düşünüyormuş gibi görünmeyen, “ciddi” sanatçılarca yaratıldığında kültürü dikkate değer görmesidir. Amerika’nın iktisadi, siyasi ve ırk konusunda bunalımlarla çalkalandığı bir dönemde, popüler kültüre olan akademik ilgisizlik konunun görece önemsizliğinden de kaynaklanıyor olabilir. İnsanların toplumsal bunalımlarla nasıl baş ettiğinin yanında, popüler kültürü nasıl yaratıp kullandığı, bu günlerde gayet haklı olarak ikinci planda kalıyor. Ancak popüler kültür genellikle olmasa da, zaman zaman bu bunalımlarla ilgileniyor, bu konularda görüş belirtiyor – en azından bu açıdan popüler kültürle ilgilenmek gerekir: Çeşitli bunalımlar hakkında neler söylediğini, insanların bu söylenenleri nasıl değerlendirdiğini, nasıl yanıtladıklarını, bunların kamuoyuna ve verilen siyasi kararlara yansıyıp yansımadığını, eğer yansıyorsa ne zaman yansıdığını, ne zaman yansımadığını görmek gerekir. Şu anda güncel ve belirli bir alanla sınırlı olan bu soru aslında esas sorulması gereken genel sorunun farklı bir yorumu: Popüler kültür toplumda ne kadar önemli? Yalnızca bir kulaktan girip öbüründen çıkan, boş zamanları geçirmeye yönelik ticari olarak uydurulmuş bir faaliyet mi, yoksa Amerikan toplumundaki hem yüzeysel hem derinlerde yatan açık ve gizli varsayımları, değerleri, arzuları, hatta gereksinimleri yansıtan bir gösterge mi? Televizyon programlarının değişip duran modaları ve simaları, sırf izleyiciyi değişik biçimlerde eğlendirerek Nielson reytingini (izlenme oranlarını) yükseltmek için yapımcılarca uydurulmuş icatlar mı? Yoksa bu modalar George Gerbner’in dediği gibi, Amerikalıların yaşamlarındaki ve davranışlarındaki değişimlerin, izleyicilerin popüler kültüre verdikleri anlamın, ondan aldıkları keyfin kültürel göstergesi mi? Buna ilişkin ikinci bir soru geliyor akla: Acaba popüler kültür, Amerikan halkına, özellikle bir avuç kanala mahkûm izleyiciden ibaret olan televizyon kamuoyuna satılabileceğini düşündükleri hemen hemen her şeyi empoze edebilecek güçte olan, eğlence ve bilgi birikimini tekellerinde bulunduran, becerili ve kâr amacı güden girişimlerce New York ve Hollywood’da yaratılan bir şey mi? Yoksa bu girişimciler kendileri izleyici çekmek ve kâr etmek için, paylaşılan bir dizi değeri ve normu ifade etmek zorunda olan, antropolojik anlamda bir kültürün çoğu zaman habersiz temsilcileri mi? Bu sorulara kesin bir cevabım yok. Popüler kültürün, en azından kitle medyasınca nakledilen kısmının, bir kulaktan girip öbür kulaktan çıktığını ve tek tek televizyon programlarının, filmlerin, mecmuaların çoğunun, insanların büyük bir kısmı için gelip geçici olduğunu düşünüyorum. Ama kitle medyası her zamanki gibi varlığını koruyor ve Amerikan yaşamının pek çok yönüyle ilgili öyle betimlemeler ve yorumlar sunuyor ki belki de en azından bir kısım medya izleyicisinin düşüncelerini, düşlerini ifade ediyor ya da yansıtıyor. Bu inançla ben popüler kültürün öyle kolayca tepeden izleyiciye empoze edildiği fikrine katılmıyor, dolaylı yoldan ve kısmen de olsa, o izleyici tarafından biçimlendirildiği fikrini savunuyorum. Kitle medyası, belki de ticari popüler kültürün tümü, çoğunlukla insanların ne istediğini, daha doğrusu neyi kabul edeceğini keşfetmeye çalıştıkları bir tahmin oyunuyla meşgul – oyun, izleyicinin sınırlı sayıda seçenek arasından seçmesini gerektirerek kolaylaştırılsa ve çoğunlukla ehven-i şerden bir seçime razı edecek kadar az ilginçlikte olsa da. Yine de, doğru tahminlerde bulunarak başarılı olan medya yöneticileri genellikle izleyicilerin neyi kabul edeceklerini sezinleyebiliyorlar ve çoğu zaman kendilerinin de katkıda bulundukları popüler kültürün içine öylesine sağlam bir şekilde yerleşmişler ki, aynı zamanda gayet pişkin ve alaycı işadamları ve işkadınları olsalar bile, izleyicilerini “temsil” edebiliyorlar. Tezin Özeti Kitap dolaylı olarak bu iki soruyla da ilgileniyor ama esas yüksek kültürle popüler kültür arasındaki ilişkinin –ve çelişkinin– bir çözümlemesi üzerinde duruyor. İlk bölümde, kitle kültürü eleştirisi denilen, uzun zamandan beri popüler kültürün ticari açgözlülük ve halkın cehaletinden yararlanan bir alçaklık olduğunu iddia eden tartışma inceleniyor. Popüler kültüre yönelik pek çok özgül saldırıyı çözümledikten sonra hemen hemen hepsinin zeminsiz olduğu, popüler kültürün ne yüksek kültüre, ne onu tercih eden insanlara, ne de toplumun bütününe bir zararının olduğu sonucuna varıyorum. Birinci bölümde, yüksek kültürle popüler kültür arasındaki farkların abartıldığını, benzerliklerin de azımsandığını gösteren, kısmen karşılaştırmalı bir tez sunuluyor. İkinci bölümde genişletilen karşılaştırmalı çözümleme, popüler kültürün tıpkı yüksek kültür gibi bir beğeni kültürü olduğunu, yüksek kültür düşkünlerinin sahip olduğu eğitime ve ekonomik olanaklara sahip olmayan kimselerce seçildiğini ileri sürüyor. Dahası, Amerika’nın çeşitli beğeni kültürlerinden oluştuğunu, her birinin kendine özgü sanatı, edebiyatı, müziği, vb. olduğunu, farklı estetik standartlar ifade etmeleri bakımından birbirlerinden ayrıldıklarını ileri sürüyorum. Bu, halk arasındaki entel, sıradan ve kültürsüz* ayrıştırmasıyla uzun süreden beri bilinen, öyle pek de özgün olmayan bir fikir, ancak benim getirdiğim çözümleme son ikisini ilkinden daha iyi ya da daha kötü saymıyor. Ayrıca, bu üçlü ayrım çok basit. Onun için bu bölüm beş beğeni kültürünü belirleyip tanımlıyor, onları tutucu, ilerici gibi daha alt bölünmelere ayırıyor, sonra da bu beğeni kültürlerine ek olarak, gençlik kültürünü, zenci kültürünü ve 1960’larda oluşan ya da görünür hale gelmeye başlayan diğer ırksal ve etnik kültürleri ele alıyor. Bu çözümleme, bütün beğeni kültürlerinin eşdeğerde olduğu varsayımına dayanıyor; bu varsayım da üçüncü bölümde bir değerlendirme ilkesine dönüştürülüyor. Beğeni kültürleri kendi kitlelerinin sınıflarını ve özellikle eğitim durumlarını yansıttığından, her ne kadar soyut olarak yüksek kültür daha iyi ya da daha kapsamlı olsa da, yüksek kültür iyi eğitim görmüş Amerikalılar için ne denli geçerliyse, popüler kültür de az eğitim görmüşler için o denli geçerlidir. Bu ilke akla iki siyaset seçeneği getiriyor: (1) “kültürel hareketlilik”, ki bu her Amerikalıya yüksek kültürü seçmesi için gerekli eğitim fırsatını ve iktisadi koşulları sağlamak durumundadır; ve (2) “altkültürel programlama”, ki bu yüksek olsun alçak olsun, bütün beğeni kültürlerini desteklemek durumundadır. Ben altkültürel programlamanın daha uygun olduğunu düşünüyor, bütün beğeni kültürlerinin, özellikle de şu anda kitle medyasınca pek hizmet verilmeyen kitlelerinkinin geliştirilebileceği kimi yöntemler öneriyorum. Bulgularım, yargılarım ve siyasa önerilerim, besbelli ki popüler kültürün tutucu, sosyalist ve radikal eleştirmenlerininkinden kesin olarak ayrılıyor, ama radikal olmadığı, serbest piyasada pazarlandığı için popüler kültürü beğenen ya da ona katlanan tutucu entelektüeller de, büyük bir olasılıkla bu ileri sürdüklerimden hoşlanmayacaklar. Son olarak, bu kitap kitle medyasını oluşum olarak eleştirmiyor ama medya kurumlarını da savunmuyor. Medya esasen parasını veren müşteriyle ilgilenmektedir, ama ben ödeme gücü olmasa bile, herkesin istediği kültüre erişebilmesi gerektiğini düşünüyorum.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.