Montauk

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Anlatıcı Max, kitabının tanıtımı için gittiği New York’ta, yayınevinde çalışan, kendisinden yaşça epey genç Lynn ile tanışır. İkisi de birbirinden etkilenir ve hafta sonunu birlikte Long Island’ın ucundaki Montauk’ta geçirirler. Bu kısa birliktelik, anlatıcı Max’ın yaşamı boyunca kadınlarla ilişkisini irdelemesine yol açar.
Yazar, Mayıs 1974’te yaşadığı bu romantik ilişkiyi özyaşamöyküsel çerçevede aktarırken, kendisini üçüncü kişi olarak konumlar, belirli bir kronolojiye bağlı kalmaksızın pek çok küçük parçaya böldüğü anlatıyı, anılarla, günlüğünden notlarla, kendine dönük eleştirilerle, ilk karısı, çocukları, sevgilileri ve özellikle Ingeborg Bachmann’a olan tutkulu aşkıyla mozaik gibi işler.

“Montauk”, Max Frisch’in en kişisel kitabı. Yaşanmışlıkla ve okurla kuşku mesafesini koruyabilen, mahrem ve çok özel bir hesaplaşma.

Frisch daha önce hiç bu kadar kısa, bu kadar kıt sözcükle, ama aynı zamanda bu kadar açık ve özlü, bu kadar canlı ve coşturucu yazmamıştır. MONTAUK şiirsel bir bilançodur; kaygının yazarının elinden çıkmış aşka dair bir kitaptır. - Marcel Reich-Ranicki

Sıradışı biçimi ve tekniğiyle, kısa bir aşk macerasının bu acı-tatlı kaydı aynı zamanda büyüleyici bir özyaşamöyküsel eskiz ... acı verici biçimde dürüst, dokunaklı bir anı. - Publishers Weekly

Hayatta başarılı bir adam bir su aygırı gibi görünebilir, kadınlar kendilerini ona teslim etmekle kalmazlar, çekiciliklerini hiç çekinmeden, seve seve ortaya koyarlar. Ancak sokaktayken, kalabalığın arasına karışmışken kendimi yine tamamıyla su aygırı gibi hissediyorum. – Max Frisch

MONTAUK

bir Kızılderili adı; Long Island’ın kuzey ucuna verilen ad, Manhattan’ın yüz on mil uzağında, tarihi bile söyleyebilir:

11.5.1974

Yalnızca altından geçerken eğilmelerini gerektiren dallar yok patikada; ara sıra yerde de kuru bir dal oluyor, o zaman da üzerinden atlayarak geçiyor kadın. Kadın ince, uzun boylu, iri kemikli değil. Kot pantolonunu baldırlarına kadar kıvırmış; küçük poposu kemer takmadığı daracık pantolonun içinde, yan cebinde bir tarak var. Erkekten daha uzun ya da daha kısa değil, ama daha zayıf. Saçları, açık bıraktığı zaman kalçalarına kadar iniyor; şimdi tepesinde toplamış saçlarını, yürürken sallanan kızıl bir atkuyruğu. Patikaya dikkat edilmesi gerektiğinden, tabii eğer buna patika denirse, ayrıca çalıların arasından çıkabilmek için ne yöne gitmeleri gerektiğini anlayabilmek üzere sürekli çevreyi gözlediğinden kadını ancak zaman zaman görebiliyor erkek; güneşin altındaki açık renkli bluzu, saçlarının rengi de güneşte çok açık görünüyor. Çoğu zaman yola devam edip etmemek, bir tahmin meselesi oluyor; patika yok. Bazen, bir taşın ya da bir ağaç kütüğünün üzerine çıkmak için kocaman bir adım atıyor kadın; bacakları uzun ama biraz fazla geniş bir adım atınca zorlanarak yukarıya çekiyor bedenini. Yalnız da olsa aynısını yapardı: At kuyruğunu geriye atmak için başını böyle sertçe sallardı. Sahile varıp varamayacakları hâlâ kuşkulu. Ama yola devam ediyorlar. Sonra yine, bir süre, bir ipin üstünde yürür gibi görünüyor kadın, ip cambazı gibi ayaklarını birbirinin önüne koyuyor, aynı anda belden yukarısı da eğilip bükülerek denge tutturmaya çalışıyor ve başarıyor. Kum tepeciklerinden hâlâ bir iz yok; gökyüzünde bir tek martı görünmüyor. Bir ara, bluzunun kollarını kıvırmak için duruyor kadın; bu çukur çok sıcak; denizden esinti gelmiyor. Şimdiki gibi yan yana dururlarken: iki kişilik tuhaf bir şimdiki zaman. Erkek, iki elinin de ceplerinde olduğunu fark ediyor, soğumuş piposu ağzında. Kadının yüzü: o yüzü unutmamış erkek, ama bu büyük güneş gözlüğünü takınca gözleri görünmez olmuş. Dudakları gün boyunca incecik, çoğu zaman alaycı.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.