Lanetli Çocuk

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Türkçeye ilk kez çevrilen Lanetli Çocuk, her ne kadar aile sırları, aşk, derebeylik üstüne bir roman gibi gözükse de, ilk basıldığında Felsefesel İncelemeler’in içinde yeralıyordu. Tek yönlü bir okuma ile sınırlandırılamayacak tuzaklı bir metin, gizemci bir dille yazılmış bir dehşet öyküsü.

Fiziksel birleşme, ahlak, düşüncenin bilinçaltı çalışması üstüne bir düş. Süregiden bir içsavaş içinde çelimsiz bedenler, cahil yürekler, çiçekleri ve denizi okuyabilen ama insanlarla yaşayamayan çocukların öyküsü.

Onaltıncı yüzyıl Normandiya’sında acımasız bir derebeyinin erdemli, kırgın ve zarif karısının fırtınalı bir gecede doğurduğu çocuk, babası tarafından lanetlendikten sonra insanlardan uzakta, içinde sadece annesinin, okyanusun ve müziğin varolduğu bir yaşam sürer, çiçeklerin dilinden anlayan, gerçek yaşamdan kopuk yaşamış diğer bir çocukla karşılaşana kadar. İkisinin beden ve ruhları birbirine karışarak Platon’un o nefis hayalini gerçeğe dönüştürürler; “ikisi tek bir varlık olup onu tanrısallaştırırlar”.

Lanetli Çocuk Balzac’ın ünlü yapıtları arasında yer almaz. Oysa, birinci bölümü 1833’te, ikinci bölümü 1836’da dönemin yazın dergilerinde yayımlandığına, 1837’de de okura kitap olarak sunulduğuna göre, Eugénie Grandet (1833), Köy Hekimi (1833), Goriot Baba (1835), Vadideki Zambak (1836) gibi yazarın olgunluk dönemi yapıtları arasında yer alır. Ama seksen sekiz anlatıdan oluşmuş bir bütün olan İnsanlık Güldürüsü’nün öteki parçalarından ayrılan birtakım yanları da yok değildir. Bu ana yapıttaki anlatıların büyük çoğunluğu yazarlarının yaşadığı dönemde, XIX. yüzyılda geçerken, Lanetli Çocuk çok daha eski bir dönemde, XVI. yüzyıl sonlarıyla XVII. yüzyıl başlarında geçer; böylece, hepsi de daha eski çağlarda geçen Sürgünler, İsa Flandre’da, Cornélius Usta, Uzun Yaşam İksiri ve Bilinmedik Başyapıt gibi o da bir ölçüde bütünden ayrılır; o da bu beş yapıt gibi İnsanlık Güldürüsü’nün “Felsefesel incelemeler” öbeğinde yer alır.

Ancak, “Felsefesel incelemeler” öbeğinde yer alan tüm anlatıların yazarın yaşadığı çağdan daha eski dönemlerde geçmesinin bir zorunluluk olmaması bir yana, “Lanetli çocuk’un ‘Özel yaşam sahneleri’ öbeğinde yer alması hiç de aykırı kaçmazdı, hatta daha tutarlı bir seçim olurdu”, demek hiç de yanlış olmaz. Öyle ya, korkunç sonu bir yana bırakılacak olursa, Lanetli Çocuk’ta her toplumda ve dönemde rastlanabilecek bir olay anlatıldığı söylenebilir. Kendi soyunu, kendi “soylu” konumunu temel değer olarak gören, soyunu ve konumunu sürdürmek ve güçlendirmek için her şeyi yapabilen sevgisiz ve acımasız bir kişi olan kont d’Hérouville’in yedi aylık doğan oğlunun eşinin eski sevgilisinden olduğuna inanarak onu yadsıması ve kendisinden uzak tutması, tüm sevgisini ikinci oğlunda yoğunlaştırması, annesinin gözetiminde arı ve durgun bir yaşam süren ilk oğula yıllardan sonra, ancak ikinci oğlunu yitirmesinin ardından ve yalnızca soyunu sürdürmek düşüncesiyle yakınlık göstermesi, belirli bir töreye bağlanabilir, ama, en azından ilk bakışta, felsefe alanına giren bir tutum değildir.

Ancak Lanetli Çocuk’un “felsefesel incelemeler” kümesinde yer almasını bir aykırılık olarak değerlendirmek de yanlış olur: Balzac’ın seçimi romanın hem yapısı, hem içeriğiyle doğrulanır.

Lanetli Çocuk örneğin bir Goriot Baba, bir Altın Gözlü Kız ya da bir Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti gibi oluntuların, karşılaşmaların, konuşmaların doğrudan verildiği bir anlatı değildir. Balzac daha birçok anlatısında olduğu gibi burada da oluntuları ve konuşmaları doğrudan yansıtmak yerine, çözümleme ve betimlemeler aracılığıyla yansıtır bize; gene birçok anlatısında olduğu gibi burada da anlatı kişilerinin kendi gözlem ve yorumları olaylara ışık tutar, örneğin yapıtın temel kişisi Etienne’in iç dünyası annesinin gözlem ve yorumlarıyla verilir. Anlatıcının kendisi de betimleme ve yorumlarını sürdürürken, ele aldığı olay ya da kişinin özel durumundan genel durumlara atlayarak kapsamlı çözümlemelere girişir. Böylece, bir aşk ya da töre romanı aynı zamanda bir “felsefesel inceleme” niteliği kazanabilir.

Ama böyle bir durum anlatının akıcılığını eksiltmez hiçbir zaman, Lanetli Çocuk da tıpkı Goriot Baba, tıpkı Sönmüş Hayaller, tıpkı Yaşamda Bir Başlangıç gibi ilgiyle okunur.

Tahsin YÜCEL

ANNE NASIL YAŞADI?

Bir kış gecesi, sabaha karşı iki sularında, Kontes Jeanne  d’Hérouville’in bedenine öyle şiddetli ağrılar saplandı ki doğumun yaklaştığını hissetti; duruşumuzu değiştirmenin daha iyi olabileceğini düşündüren içgüdüyle, hem bu yepyeni sancıların ne olduğunu anlamak, hem de kendi durumu üstüne düşünmek için doğrulup oturur konuma geçti. İlk kez doğum yapmanın birçok kadını korkutan tehlikelerindense, asıl çocuğu bekleyen belalardan kaynaklanan amansız kaygılarla boğuşuyordu. Kadıncağız yanında uyuyan kocasını uyandırmamak için ancak kaçmakta olan bir tutsakta görülebilecek, derin bir dehşetin yarattığı özenle dikkatli davranmaya çalışıyordu. Acısı gittikçe artsa da, yaş elleriyle yastığa bastırıp bedeninin kendisini bitkin düşüren duruşunu değiştirme işine odaklandıkça, onu hissetmez oldu. Evlendiğinden beri altında çok az uyuduğu, yeşil hareli kumaştan koskocaman karyola örtüsünün en ufak hışırtısında, bir zil çalmışçasına duruyordu. Bir yandan kontu gözetlemek zorunda olduğundan, bakışları çığırtkan kumaşın kıvrımlarıyla bıyığı onun omzuna değen yağız ve geniş yüz arasında gidip geliyordu. Kocasının dudaklarından fazla gürültülü bir soluk çıktığında, birdenbire endişeye kapıldığından, çifte sıkıntısıyla yanaklarına yayılan kızıllık daha da artıyordu. Geceleyin tutukevinin kapısına kadar gelip bulduğu bir anahtarla ses çıkarmadan acımasız bir kilidi açmaya çabalayan bir suçlu bile bunca sıkıntılı bir gözüpeklik göstermez. Kontes gardiyanını uyandırmadan yatakta doğrulmayı başarınca, kişiliğinin dokunaklı saflığını açığa vuran çocukça bir sevinç hareketi yaptı; ama alev alev yanan dudaklarında ortaya çıkan belirsiz gülümseme hemencecik uçtu gitti: Bir düşünce kararttı tertemiz alnını ve kocaman mavi gözlerine yine o üzüntülü ifade oturdu. İç geçirip yeniden ellerini sakınımlılıkla kocasıyla paylaştığı uğursuz yastığa koydu. Sonra, evlendiğinden beri ilk kez hareketlerinde ve düşüncelerinde özgür davranabiliyormuş gibi, kafesteki bir kuşunkilere benzer hafif devinimlerle boynunu uzatıp çevresindeki nesnelere baktı. Gören daha kısa bir süre önce şen şakrak biriymiş de, ansızın yazgı onun o ilk umutlarını silip süpürmüş ve saf neşesini hüzne döndürmüş sanırdı.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.