
- A-Z
- KONU DİZİNİ
- Cogito
- Çizgi Roman
- Delta
- Doğan Kardeş
- Ansiklopedi
- Bilim
- Çocuk Çizgi Roman
- Deneme
- Destan
- Dünya Klasikleri
- Efsane
- Eğitim
- Etkinlik
- Gençlik
- Gezi
- Hikâye-Öykü
- İlkgençlik
- Klasik Dünya Masalları
- Masal
- Mitoloji
- Modern Dünya Klasikleri
- Okul Çağı
- Okul Öncesi
- Oyun
- Resimli Öykü
- Resimli Roman
- Resimli ve Sesli
- Roman
- Romandan Seçmeler
- Röportaj
- Seçme Denemeler
- Seçme Öyküler
- Seçme Parçalar
- Seçme Röportajlar
- Seçme Şiirler
- Seçme Yazılar
- Şiir
- Edebiyat
- Anı
- Anlatı
- Biyografi
- Deneme
- Derleme
- Eleştiri
- Gezi
- Günce
- İnceleme
- Libretto
- Mektup
- Mitoloji
- Modern Klasikler
- Otobiyografi
- Oyun
- Öykü
- Polisiye-Gerilim
- Roman
- Senaryo
- Söyleşi
- Yaşantı
- Yazılar
- Genel Kültür
- Halk Edebiyatı
- Masal
- Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar
- Koleksiyon Kitapları
- Lezzet Kitapları
- Özel Dizi
- Sanat
- Kare Sanat
- Sergi Kitapları
- Şiir
- Türk Şiir
- Tarih
- XXI. Yüzyıl Kitapları
- Sosyoloji - Sağlık
- TEKRAR BASIMLAR
- YENİ ÇIKANLAR
- ÇOK SATANLAR
Japon Yelpazeleri İçin Yüz Tümce
-
Kategori:
Şiir -
Yazar:
Paul Claudel -
Çeviren:
Samih Rifat -
ISBN:
975-08-0096-6 -
Sayfa Sayısı:
54 -
Ölçü:
16 x 16 cm -
YKY'de İlk Baskı Tarihi:
Aralık 1999
Elçi Ozan'ın Soluğa Benzeyen Şiirleri
Dıştan görünmüyor Claudel. Sanki bir hazineyi gözlerden saklamak istiyor.
Oysa her şeyden önce has bir ozandır Claudel. Sizin için sözcükler ve küllerden ibaret olan şey, ten, ekmek, şarap, su, süt, bal, yağ, diri yemiştir benim için diyen biri.
Fransız yazınına "verset claudélien" adı verilen ve kutsal kitapların "ayet" biçimine benzer bir düzyası/koşuk biçimini armağan eden (ki bu biçim, bir sonraki kuşaktan Saint-John Perse, Pierre Emmanuel gibi ozanları açıkça etkileyecektir); gerek yapıtları, gerekse yazın ve şiir üstüne düşünceleriyle dönemini sırsın, şaşırtan, kimi zaman kızdıran kimi zaman hayran bırakan bir ozan.
Claudel her şeyden önce ozandı; inançlı bir Hıristiyan olduktan sonra da, diplomat, büyükelçi, şişman, saygın ve sevimsiz olduktan sonra da hep ozan kalacaktı. Yaşamının sonuna dek. Eliyle yazdığı mezar yazıtının, Burada Paul Claudel'in kalıntıları ve tohumu yatıyor tümcesinin altına gömülene dek.
1922'de Japonya'ya büyükelçi olarak atandığında, bu uzun ve soluklu dizeler, tumturaklı ayetler ustasının, o kısacık hay-kay tarzında şiirler yazacağı kimin aklına gelirdi!
Japon Yelpazeleri İçin Yüz Tümce'yi Uzakdoğu yazım tekniklerini kullanarak, değerli kâğıtlar üstüne ve kalemle değil fırçayla yazar Claudel. Kitabın 1941 yılında Fransa'da yapılan baskısına yazdığı önsözde -ki bu önsözü de fırçayla yazar- bu yöntemi seçişinin nedenlerini ince, şiirsel biçemiyle açıklar okura: Ama kalemin yerine fırçayı geçirdiyse eğer, her şey değişir! Üç parmağın ve biçemin yatık koşumlarının yerini düşey bir dikkat alır. Sürekli bir ünlemenin yerine, harf harf çözümleme geçer.
Önce Japonya'da, sınırlı -ve değerli- üç basımı yapıldı bu şiirlerin. İlki, Dört Soluğun Soluğu başlığı altında bir araya getirilmiş, bezemeli dört yelpaze biçiminde bir basımdı. İkincisi, fildişi iğnelerle kapanan mavi bezden bir kutu içinde, otuz altı kâğıt yelpaze üstüne yazılmış/basılmış şiirlerden oluşuyordu; bu kez başlık Sülünler Köprüsünün Şiirleri'ydi. Sonuncu basım, daha sonra da kullanılagelen Yelpazeler İçin Yüz Tümce -ya da Japonca biçimiyle Yüz Yelpazelik Derleme- başlığı altında yapıldı. Bu kez 29x10 cm boyutlarında akordeon gibi katlanmış üç kâğıt üstüne, Claudel'in eliyle yazdığı yüz yetmiş iki şiir basılmış ve şiirlerin baş tarafına, Claudel'in dostları Yamanuşi ve Yoşie'nin seçtiği Japon 'ideogram'ları, İkamu Arişima adlı bir yazı ustası tarafından yazılmıştı. Katlı kâğıtlar, yine fildişi kilitli, altın yaldız benekli, gri bezden bir kutu içine yerleştirilmişti.
Unutmayalım ki eski Uzakdoğu geleneklerinde şiir, resim gibi sanat yapıtları, belirli bir törensellik içinde okunur ya da seyredilirdi (Claudel de ola ki böyle bir okuma biçimi öngörüyordu, yelpazenin yaydığı bir soluğa benzettiği bu şiirler için). Sessiz, yalın ve gölgeli bir mekânda -o Tanizaki'nin övgüsünü yazdığı gölgeler içinde- yavaş, törensel hareketlerle işlemeli bir sandık açılır; içinden değerli örtülere sarılı bir kitap, bir rulo çıkarılır. Saygıyla elde tutulan, okunan ya da seyredilen sanat yapıtı, duyarlığın inceldiği ve yoğunlaştığı bir derinliğe çeker insanı bu seçkin anlarda. Bir süre sonra da, aynı törensellikle koruyucu kutusuna yerleştirilir, kaldırılır. Tanrısal bir zevk anı sona ermiştir ölümlü kişinin sıkıntılarla örülü gündelik yaşamında.
Usta çevirmen Samih Rifat, böyle anlatıyor Claudel'i ve onun benzersiz küçük şiirlerini... Bir kuş kanadının, bir yelpazenin esintisini Türkçenin lezzetiyle hissetmek isteyenler için...
Önsöz
Bir süre Çin’de ya da Japonya’da yaşamış bir ozanın, oralarda düşüncenin dışavurumuna eşlik eden araç gereç takımına, bir boy ölçüşme isteği duymadan bakması olanaksızdır: hepsinden önce de, o içimizdeki gece kadar kara Çini mürekkebi çubuğuna. Azıcık suyla ıslatılıp bir arduvaz levhaya sürtülür ve büyülü sıvı, küçük bir boya çanağında toplanır. İş fırçayı batırmasına kalmıştır düşünce ressamının! bu neredeyse hava kadar hafif fırça, parmak kemiklerimiz boyundan ilişki kurar şiirin içimizdeki patlayışıyla. Bir böceğin, ağaç kabuğunun altındaki görünmez avını felç eden uzun iğnesi kadar şaşmaz, kararlı bir iki çizgi –yeter ki kolumuzu iyice sıvamış olalım ve burun deliğimizden tedbirsizce çekilen hava, bir soluk gibi salınan ruhla çarpışmasın– işte size, sözdiziminin dizginlerinden kurtulan ve yalnızca eşzamanlı oldukları için beyazın içinden ulaşılabilen birkaç sözcükle kurulmuş, ilişkilerden oluşan bir tümce! Yazılmış, diyorum, ama neyin üstüne? örneğin bizim için fırından yeni çıkarılan şu çömleğin, hâlâ ateş gibi karnı üstüne mi? – ya da daha iyisi, yelpaze üstüne, soluğu hemen yaymaya hazır şu kanat üstüne. Ve sen, elden doğan bir nefesin yolladığı o dilsiz sözcüğü duy yüreğinin kulağıyla!
YELPAZELER İÇİN YÜZ TÜMCE. Bir zamanlar Japonya’da, gölgelerini aradığım sırada, hay-kay’ların geleneksel kovanına küstahça karıştırmayı denediğim şiirlerden oluşan bu derleme, on altı yıl sonra ilk kez şu bizim Fransa göğüne kanat açmaya hazırlanıyor.
Kim izin verirdi –şu parmak kemiklerimin en özgür olanında şimdiden titremeye başlayan fırça, şu bana armağan edilmiş, ipek gibi hışır hışır, yayın altında tel kadar gergin, sis kadar yumuşak kâğıt değil elbet– oralarda her an var olan ‘güzel yazı’ kışkırtmasına karşı koymama? Ben de bir yazı uzmanı değil miyim? Ve düşüncemiz boyunca yol alırken sözcük ve harflerde bütünleşen Batılı yazı’nın, her harfi komşusuyla birleştiren el hareketinde, en az Çin kısaltmaları kadar canlı ve kestirme bir şeyler yok mu? Yazı, bir hamlede izini bırakır düşüncenin üstünde ve hem ilan edilmiş, hem de çevresinde anıştırdığı grafik takımyıldızının karşılığı olarak kıpırdamaz duruma getirilmiş bir biçimde önerir onu. Ancak harf, çözümlemesi ve düşsel kavramı yatay çizgiye aktarmasıyla, aynı zamanda hem beti, hem devinimdir; bir tür anlamsal aygıttır. O, başka alfabe çizgileriyle birleştirilme biçimlerine göre, güneş, ay, bir çember, bir makara, açık bir ağız, bir göl, bir delik, bir ada, bir sıfır olabilir – bütün bunların yerini tutabilir. İ, bir kargı, uzanmış işaret parmağı, bir ağaç, bir sütun, kişiliğin ve birliğin doğrulanması anlamını taşıyabilir. M, denizdir, dağdır, eldir, ölçüdür, ruhtur, kimliktir. Ve birbirine eklenen tüm bu ağızlar ve çubuklarla bir sözcük biçimlendiriyorsak, hangi ideogram daha kusursuz olabilir yürek, göz, kız kardeş, giderek, kendi, düş, ayak, dam ve benzerlerinden? Bizde sözcük ([Fransızca mot] devinimle kazanılmış anlamını taşır) bir art arda dizilişle elde edilir. Titrer durur orada; onu sınırlayan beyazın bu durak noktasından, onu çizen eldeki tavrın buğusu yükselir. Bu zincirin halkalarını düğümleyen atılıma tanık oluruz. Soldan sağa doğru gidilir ve el, alt alta gelen satırlarda, usanmadan hep aynı yolu tutar. Ozan, önce okuyucusuna yönelir, sonra kendine geri döner ve tıpkı hokkaya giden kalem gibi, hep baştan alır yolculuğu.
Ne var ki kâğıt kaygandır; hepsi öne eğik duran harfler, insanı alıp götüren bir tür eğim yaratırlar ve ozan, bineğine dikkat etmezse –parmakları arasındaki dizginsiz kalemdir bu binek– bir süre sonra yalnızca hedefle ilgilenmeye ve koşusunun ardında bıraktıklarını görmemeye başlar.
Ama kalemin yerine fırçayı geçirdiyse eğer, her şey değişir! Üç parmağın ve biçemin yatık koşumlarının yerini, düşey bir dikkat alır. Sürekli bir ünlemenin yerine, harf harf çözümleme geçer. Yavaş yavaş çizilen ve göze dikey sözcük, pıhtılaştırdığı değişik etkilerin tüm anlamını ortaya koyar (ve az önce yazdığım bu sözcükte mürekkep, üçlü bir damlayı parıldatmıyor mu okuyucunun gözünde?). Ozan yalnızca yazarı değildir yapıtının, onu yaratırken kendini gördükçe, tıpkı ressam gibi kendi izleyicisi ve eleştirmeni olur. Yaratısı, gözlerinin önünde ve yavaşlatılmış bir biçimde gerçekleşir. Zamanı vardır. Öyleyse neden kâğıdın ve düzgün söyleyişin dıştan gelen, mekanik zorlamasına katlanmalı? İster tek, ister birkaç sözcükten oluşsun, her söze, her sözel önermeye, tüm tınısını duyurabilmesi, beyazda rahatça yayılabilmesi için gerekli yeri –ve zamanı– bırakalım. Her grafik grup ya da birey, sağlanan alan üstünde, öbür gruplara göre bulunmaya yetkin ve uygun olduğu yere özgürce yerleşsin. İkinci boyutta özgürce bir oyunu, tekdüze çizginin yerine geçirelim! Ve madem ki yalnızca düşünce, bir tür geri dönen vuruşla katılaştırıyor sözcüğün birbiri ardından gelen öğelerini, neden araya hesaplı aralıklar koyarak, gerektiğinde yavaşlatmayalım o zihinsel kara pıhtının dağılmasını ve uzatmayalım dile getirdiği çağrının ısrarlılığını?
Şiirin kendisi, iki koşut sütuna yazıldı; sayfa kenarı, başlık ya da kök ya da haykırış adını verebileceğimiz şeye ayrıldı.
Paul Claudel
Brangues, 25 Haziran 1941