Hücre

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Hollanda’nın bol ödüllü polisiye yazarı den Tex’in, çok yakından tanıdığı iş ve bilişim dünyasına yönelttiği eleştirel ve ironik bakış da romanı özgün kılan unsurlardan.

Başarılı bir iletişim uzmanı olan Michael Bellicher bir randevuya yetişmeye çalışırken önündeki arabanın boş yolda kaza yaptığına tanık olur. Polisin yalnızca tanıklığına başvuracağını zannederken gözaltına alınır. Hiç satın almadığı, varlığından bile habersiz olduğu bir arabayla bir yayaya çarpıp ölümüne sebebiyet vermekten suçlanmaktadır. Üstelik adına bankadan yüklü miktarda kredi de çekilmiştir. Anlaşılan birileri internet üzerinden Bellicher’in kimlik bilgilerini çalmış ve satmıştır. Tanık olduğu kazanın kaza olmadığı, kurbanın meclis göçmen komisyonu başkanı olduğu anlaşılınca işler iyice sarpa sarar. Bellicher kendini istihbarat servisinin, peşini bırakmayan kimi tehlikeli adamların ve gizemli üç kardeşin yer aldığı bir kâbus senaryosunun içinde bulur.

Önümdeki araba seksenle giderken hıçkırık tutmuş gibi aniden teklemeye başladı. İyi göremedim çünkü tam o anda telefonuma Amerika’daki ortağım Gijs’tan mesaj gelmişti. Neredeyse bir aydır Atlanta’daydı, iş seyahatleriyle ilgili çokuluslu bir şirketin birleşme danışmanlığı için gitmişti. Tarım aletlerinden çok farklı bir alandı ama uçak biletlerinin şirket tarafından ödenmesi bile çekiciydi. Biletleri geliş fiyatına aldıkları için birinci sınıfta uçmak hayal olmaktan çıkmıştı. Mesajı okumak için başımı eğdiğimde aklımdan bu düşünceler geçiyordu. Orada gecenin bir yarısı olmalıydı. Gijs demek ki geç saatlere kadar çalışıyordu. Bir an telefonun ekranına baktım, üzerine düşen güneş ışığından iyi okunmuyordu.

Birazdan diye düşündüm. Yeterince zaman var nasılsa. Mesaj menüsünden çıkmak için sağ elimi telefona doğru uzattım. Ama parmaklarım tuşa erişemedi. Önümdeki arabanın arka tarafı kaymaya başladı. Sürücü düzeltmeye çalıştı ama yaptığı manevra tam tersi bir etki yarattı. Araba kendi ekseninde yarım bir daire çizdi, yine tekledi, son hızla tam önümde tepetaklak oldu.

Ne olduğunu anlamaya zamanım olmamıştı. İçgüdüsel tepki verdim. Görüntüler hızla harekete dönüştü. Gördüm ve yaptım. Ellerim ve ayaklarım istemim dışında hareket etti. Kalbim atıyor, göğsüm takip edemediğim bir hızda inip kalkıyordu. Bedenim kendi kendini kurtarmıştı; önümde topaç gibi kayarak dönen arabadan sakınmaya çalıştım. Bakışlarım yaklaşan çarpışma, yol ve ayna arasında hızla gidip geliyordu; sol, araba, ayna. Önümdeki araç sert bir şeye çarparak yana devrildi, asfaltta kaydı, çelik levhanın altından kıvılcım yağmuru fışkırdı.

Gözlerim aynı anda her yerdeydi. Çarpışmadan kaçmak için direksiyona asıldım. Önümdeki arabanın kaportası açılarak yırtılırcasına yukarı fırladı. Havada uçan çelik parçasına bakarken bir an için ağaçların arasından güneşi ve sakin anayolu gördüm. Rüya gibiydi, büyülü gerçeklik tablosu gibi: Sabahın Çeliği. Dikkatimi bu görüntüden zorla çekip bütün gücümle frene bastım. Asfaltta ciyaklayan lastikler, direksiyona kenetlenmiş zorla çözebildiğim ellerim. Kaporta üzerime geliyordu, öldürücü ağır çekimde. Sola baktım, sağa baktım, uzakta bir motosikletin virajdan dönerek kaybolduğunu gördüm. Yol boştu. Diğer şeride geçip o devasa şeyden kaçmaya çalıştım. Kaporta arabamın yanını keserek geçti. Kapı çeliğinin deri gibi sıyrıldığını işittim. Önümdeki araba yol kenarındaki çimenlik boyunca sürüklenirken büyük bir gürültüyle beton bir direğe çarparak durdu. Parlak mavi araba biçimini kaybetti, buruştu ve ezildi. Aramızda on metre bile yoktu. Direk titredi, sallandı ve kırıldı. Betondan tehlike yavaşça arabadan geriye ne kaldıysa, onun üzerine düştü. Çıkan gürültüyü işitmiş olmalıyım ama sonradan bunu nedense hiç anımsayamadım. Sanki bütün kaza sessizce meydana gelmişti.

Arabam, ön tarafı kaza yönüne dönük, yamuk halde yolun karşı tarafındaki çimenlikte duruyordu. Yol boştu; bu, Hollanda ’da yıllardır görmediğim bir durumdu. Neden dikkatimi çektiğini bilmiyorum ama boş boş karşı tarafta duran ezilmiş enkaza baktım. Artık tanınmayacak halde olan kısımlardan duman çıkıyordu, büyük olasılıkla motor kısmından ama o kadar bükülmüştü ki arkadan geliyor gibiydi. Işıkta kıvrılan küçük beyaz bir bulut. Yine de bir an için şiirsel bir havası varmış gibi geldi. Sessizlik anına hapsolmuştu çünkü çevrede olup biten başka hiçbir şey yoktu. Hem de hiçbir şey. Hareket eden kimse yoktu. Çevremde eşyaları gördüm, aracın ön panelini, evrak çantamı, tutacakta duran cep telefonumu. Enkaz ile aracım arasında on metre bile yoktu. O kadar yakın, o kadar uzak. Parçalanan camların arasından direksiyonda oturan bir adam gördüm, emniyet kemeri bağlıydı, başı öne düşmüştü. Uzaktan başına bir şey olmamış gibi görünüyordu, ama araba o kadar büyük bir güçle eğrilip bükülmüştü ki içinde hiçbir şey canlı kalamazdı. Sabah güneşi rahatsız etmeden içeri sızıyordu, şahane bir ışık, neredeyse büyüleyici. İnsanın her sabah olmasını isteyeceği bir sabahtı, Haziran sonu, yaz güldür güldür geliyordu, ağaçlardaki bütün renkler yeşildi ve her yer sessizlik içindeydi: Bir sonraki mevsimin nasıl geçeceğini bilmeyen dolu dolu bir yaşam.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.