Herakleitos - Bir Kapalı Söz Ustasıyla Buluşma Denemesi

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

İki bin yaşındaki bir ustadan kalan 'parçalar' düşünce dünyasını zenginleştirmeyi sürdürüyor. Diogenes Laertios, Maurice Blanchot ve René Char'ın metinleriyle desteklenen bu kitapta, çeviri notları ve Abidin Dino'nun desenleri de yer alıyor.

Bir Kapalı Söz Ustasıyla Buluşma Denemesi

Kısa süre önce, güneşi bütünüyle resimleyen ilk büyük ressamın Le Lorrain olduğunu okudum. Poussin ve Georges de la Tour’la birlikte, çok sevdiğim bir düşünceye getiriyor beni Le Lorrain... Üçü de birkaç yüzyıl boyunca arka plana itilmiş, tarih onları unutmuş. Sonra da şaşkınlıkla bu yokluğun farkına varılmış. İşte bunun gibi, gizemli bir biçimde bize geri gelen şeyler var. Yaşam sanki büyük bir çember, ve böylece Sokrates öncesi düşünürlere yaklaşıyoruz. Sokrates değil yaklaştığımız, ne de Katon. Herakleitos’a yaklaşıyoruz daha çok, bizim olan bir dille... Herakleitos’a bundan iki binyıl önce “Güneş bir insan ayağı kadar” dedirten sözcük kurgusunu anlamayı hiç denediniz mi bilmiyorum. Sanki bu sabah yazılmış gibi; bizim şiirimiz bu... Neden? Onu taklit etmeye çalıştığımız için değil, ama sanırım kapalı bir çember olduğumuz için. Yüzyüze gelmiş iki uç gibiyiz, biten bir dönemle birlikte. Bu çemberin sonuna çağdaşlarımızla geldik, ressamlarımızla, Picasso olsun, Mondrian olsun... Ama iş söze gelince, adlandırılması gerekenlere gelince, aynı dille, aynı sözcüklerle konuşmak zorundayız. Bu da çok heyecan verici bir şey; ölümden çok daha güçlü, inanışlardan da, bağlılıklardan da, boşinançlardan da... Ondan saklanmış çok yollar var insanoğlunun önünde; bunu anımsasaydı, yürüyemezdi bile... René Char’la yaşamı boyunca yapılmış az sayıda söyleşilerden birinde, –birkaç yıl önce Türkçeye çevirip yayımladığım bir söyleşide– rastladığım yukarıdaki satırlar, bana ilk kez Herakleitos’un kapılarını açtı diyebilirim. Herakleitos adını ilk kez duyuyor değildim kuşkusuz; benim gibi lise yıllarından başlayarak antik dünyaya ilgi duyan, gençliğinde –belki de her şeyden çok– Homeros’la, mitologyayla, ilkçağ ve Anadolu arkeolojisiyle ilgilenen biri için oldukça tanıdık biriydi Herakleitos. Ünlü Parçalar’ının Fransızca çevirilerini oldukça erken okumuş, yine genç yaşlarda Marksçı düşüncenin ve “diyalektik” sözcüğünün büyüsüne kapıldıktan sonra da ilerici bir dünya görüşünün biraz uzak, biraz karanlık bir öncüsü gibi aklımın ve yüreğimin bir köşesinde saklamıştım bu ulu Efesliyi. Gelgelelim Char’ı okuyana kadar bu kapalı ve biraz gizemli adamın çok fazla tadına varamamış, tümcelerinde saklı olduğunu yarım yamalak sezinlediğim derinlikleri çok da içime sindirememiştim. Halikarnas Balıkçısı’nın ilkçağ Anadolu düşüncesini anlatırken yinelemeyi sevdiği Panta Rhei (her şey akar) sözü heyecan vericiydi kuşkusuz (Herakleitos hiçbir zaman böyle dememiş olsa da); “suyunda iki kez yıkanılamayan ırmak” da oldukça çarpıcı, zarifliğiyle etkileyici bir eğretileme. Ama Herakleitos’un sözcüklerine döküldüğünde, pek de aynı açıklıkta ortaya konmuyor bu düşünceler. Tuhaf bir dili ve anlatımı var Efeslinin; o ünlü “karanlık” nitelemesine neden olan ve daha kendi çağında onu anlaşılmaz kılan, kapalı bir biçemi var. Felsefesine girmeye ve felsefecilerin bu kapalı sözlerden ne anladığını görmeye kalkıştığınızdaysa karşınıza neredeyse tüm bir felsefe tarihi çıkıyor. Efeslinin aforizmalarıyla uğraşmamış felsefeci yok gibi. Önce Antik Çağ düşünürleri, sonra da Batı felsefesinin büyük ustaları, Hegel, Nietzsche, daha yakınlarda Bergson, Heidegger ve daha niceleri. Konu, sıradan ölümlüler için kavranması zor boyutlara ulaşıyor.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.