Dağın Öte Yüzü / Ortadirek - Yer Demir Gök Bakır - Ölmez Otu

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Başı dara düşenler, yarattıkları düş dünyasında bulurlar yollarını. Ayakta kalabilmek için sığındıkları bu dünya bir yandan onları yaşatırken, bir yandan da hikâyelerini örer. “Dağın Öte Yüzü” üçlüsü darda kalanların yarattıkları düş dünyasının büyük ve görkemli hikâyesidir.

Üçlünün ilk kitabı “Ortadirek”te uzun ve zorlu yolda yürüyenler anlatılır. Bir çile yürüyüşüdür bu; varacakları yerde onları sadece ayakta kalma mücadelesi bekliyor olsa da, her yürüyüş bir umuttur. Pamuklar toplanmadan Çukurova’ya ulaşmak, çileye ve umuda da ulaşmaktır.

İkinci kitabı “Yer Demir Gök Bakır” bütün mümkünlerini yitirmiş köylülerin kendi yarattıkları ermişin işaret ettiklerine bakarak hayatta kalmalarını anlatır. Roman kendi mitini yaratmanın tanığı, düş dünyasının gücünün kanıtıdır.

Üçüncü kitabı “Ölmez Otu” Toros Dağları’ndan Çukurova’ya uzanan bir toprakta yeşerir. Pamuk toplamaya inen Yalak köylülerine kendi yarattıkları efsane eşlik eder. Ancak mitin yıkılışını anlatan satırlar, vahşi olduğu kadar olağanüstü bir türkü gibi içimize işler.

‘"Birden bu barok kişilerin harikulade serüvenine kapılırsınız, acımasız gerçekle efsane arasında gider gelirsiniz. Yaşar Kemal ya da bir halkın dehası."
Martine Bauer, Le Matin de Paris, Fransa

"Bir halkın ve bir yaşama biçiminin portresi olarak bundan daha iyisi ortaya konulamazdı."
New York Times Book Review, ABD

"Ölmez Otu’nda şehvet, kan, şiddet, cinayet hepsi vardır ve hepsi olağanüstü boyutlardadır."
Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış

"Türk romancısı Yaşar Kemal’in Ortadirek romanı edebiyatın büyük insan manzalarından biridir. Bu roman aslında Savaş ve Barış ve Moby Dick boyutlarında bir yapıttır."
Michel Cournot, Le Monde, Fransa

"Buna dikkat çekici bir eser değil, bir şaheser demek daha doğru olur."
Bulletin Critique du Livre Français, Fransa

"Bugüne kadar okuduğum en mükemmel Türk romanıdır Ortadirek."
Fethi Naci, Bir Romancı : Yaşar Kemal

Doğayla Çatışanların Öyküsü

Yaşar Kemal, daha sonra “Dağın Öte Yüzü” adını vereceği üçlemenin ilk romanı “Ortadirek”i yayımladığında bir bakıma yazarlık serüveninin en önemli çıkışını da yapmıştı. 1955’te yayımlanan “İnce Memed” öylesine büyük bir ilgi uyandırmıştı ki, okurun yazardan beklentisi nerdeyse masalsı bir boyut kazanmıştı. “İnce Memed”in çıktığı yıl bir de kısa roman çıkmıştı, Teneke… Ama bundan sonra Yaşar Kemal adı sadece muhteşem röportajlarda görülüyordu. Yaşar Kemal’in ikinci romanı beklenirken, Türkiye’de bir “köy romanı” akımı da başlamıştı. O dönemin eleştirel kolaycılığı içinde, İnce Memed de köy romanı diye adlandırılıyor, farklılıkları aramak yerine benzerlikler yani kişilerin köylü, olayların geçtiği yerin köy olması bu sınıflandırma içinde yer almasına yetiyordu. Ve Yaşar Kemal’in büyük boyutlu ikinci romanı 1960 yılında çıkageldi: “Ortadirek”.

Geleneksel olarak bizim de içinde bulunduğumuz, “Don Quixote”den (Don Kişot) başlayan Batı romanı geleneğinde iki temel olaylar dizisi-kişi ilişkisinden söz edilebilir. Birinde, “Don Quixote”de de görüldüğü gibi, kişiler olaylar dizisini oluşturur, ikincide ise olaylar kişileri oluşturur. Buna Tolstoy’un “Savaş ve Barış”ını örnek verebilirim. “Ortadirek”, kişilerin olayları oluşturduğu bir romandır. Hatta, kişileri göz ardı ettiğimizde, tek cümlelik bir olaylar dizisine ulaşırız: Toroslar’ın arka yüzünde, bozkırın eşiğindeki yoksul bir köyün halkı, her yıl yaptıkları gibi Çukurova’da pamuk toplamak üzere yola çıkarlar. Oysa roman, muhteşem bir portreler (kişiler) galerisidir. Ve Yaşar Kemal’i bence “köy romanı” klişesinden sıyırıp, özgün kılan nokta da budur. Bu portrelerin, bu kişilerin, her biri bir bireydir, bir kişidir, “tip” değildir. Köyün ağası Sefer bile köy romanlarının “ağa” tiplemesinde ele alınamayacak kadar özgün bir kişilik çizer. Yaşar Kemal romanlarını, özellikle burada ele aldığımız üç romanı kişi bağlamı içinde dikkatle incelediğimizde, çok önemli bir başka özellikle karşılaşırız.

Geleneksel romanda çoğunlukla romana adını da veren bir baş kişi bulunur. Flaubert’in Madam Bovary’si, Tolstoy’un Anna Karenina’sı, Hardy’nin Tess’i, Gonçarov’un Oblomov’u gibi… Romanlar, bu kişilerle, onların yaşamını etkileyen karşıt kişilerin çatışmasıyla ilerler. Oysa, “Ortadirek”ten başlayarak üçlüde bir ana kişi yer almaz. Romanların her birinde, birden fazla kişi (hatta zaman zaman bir kişi kimliğiyle bütün köy) birbiriyle etkileşerek romanın olaylar dizisinin akışını kurar. Şimdi bu ilişkileri önce roman roman inceleyelim:
Ortadirek’in açılış sayfaları “İnce Memed”in başlangıcı kadar çarpıcıdır: “Döngele geldi kapıya dayandı. Al götür döngeleyi.”/ “Yok,” dedi kendi kendine, “yok. Bu döngele şaşkın döngele. Çukurovada pamuğun açmasına daha çok var. Bu yıl döngelelerin kökünde bir şey var. Köklerini kurt yemesin? Sıçan yemesin? Kopup kopup geliyorlar.” Bu iki konuşma alıntısından ikincisi Koca Halil’in iç konuşması, ilk konuşmaya yanıtıdır. Ya ilk konuşan kimdir? Koca Halil’in yalnız olduğunu, evinin dışında tek başına oturduğu belirtir Yaşar Kemal hemen bu konuşmaların ardından. Çizgi roman diliyle söyleyecek olursak, bu iki “konuşma balonu”nun ilki de Koca Halil’e ait olmalıdır. Oysa ilk ses, öyle bir sestir ki, Koca Halil’i bastırır, onu zorlar. Onu iki ayrı kişiye dönüştürür. Hem Koca Halil’in kendiyle hem köy halkıyla çatışmasını başlatır. Yaşar Kemal, kişilerin iç seslerini kendilerine karşı ustalıkla düzenleyerek, kişiliklerini daha iyi görmemizi de sağlar daha sonra teker teker karşımıza çıkarttığı kişilerde. Kaldı ki bu açılış cümleleri ve Koca Halil “Ortadirek”in diğer kişilerinin yaşamlarına hükmedecek ama asla baskın kişilik olmayacak, hatta zaman zaman sahneden uzunca bir süre çekilecektir. Bu noktada klasik romandan da adım adım uzaklaşmaya başlarız. Yaşar Kemal nasıl olaylar dizisini kişilerle kuruyorsa, kişileri de anlatı zamanı içinde tanıtır bize. Kişilerini onların iç konuşmaları ve hesaplaşmalarıyla ve diğer kişilerin onun için söylediği sözlerle çizer. Bu nedenle de tip olmaktan çıkıp bir özgün kişilik olarak yaşarlar romanda çünkü her kişinin kendini tanımlaması ve her bir başka kişinin onun için söyledikleri farklıdır hatta çelişkilidir. Her yıl köyünü Çukurova’da pamuğun olgunlaştığını gelen döngelelere bakarak yollara düşüren Koca Halil kimdir, nasıl bir kişidir? Koca Halil’in hem kendi kendisiyle yaptığı iç konuşmalardan hem başkalarına anlattıklarından onun maceralı bir yaşamı olduğunu anlarız. Arabistan çöllerinde savaşmış, savaştan kaçmış, yakalanıp askere gitmemek için (özellikle İstiklâl Savaşı sırasında) bir çeteye katılmış, önce onlar için sonra çeteden ayrılıp bütün bu serüveni yaşadığı arkadaşı İbrahim’le birlikte at hırsızlığı yapmıştır. Romanın başlangıcında İbrahim öleli uzunca bir zaman geçmiştir. Zaten Koca Halil’in döngelelerin geldiğini yani aylardan ekim olduğunu ve Çukurova’da pamuğun toplanacak hale geldiğini söyleyememesinin nedeni de Çukurova’ya yürüyerek (bu yoksul köyde sadece Muhtar Sefer’in eşeği ve birlikte at çaldıkları İbrahim’in son hırsızlıklarından getirdiği at vardır) inemeyecek kadar yaşlanmış olmasından, yolda ölüp kalacağı korkusundandır. Onun bu korkusu ve bu korkuyla hem köylülerin tümünü hem iki önemli kişinin yaşamını etkiler. Bu kişilerin başında da İbrahim’in karısı Meryemce ve onun oğlu Uzun Ali’yle karısı Elif ve çocukları Hasan’la Ummuhan gelir. Gene de önce Meryemce üzerinde durmak gerekir. Nerdeyse bir antik trajedi kişisi, bir mitik kimliktir. Bütün öfkelerin, ağıtların, muhteşem ilenmelerin (bedduaların), başkaldırıların “anası”dır. Bir yandan da ölümcül bir öfkeden, yürek paralayıcı bir sevgiye geçebilir. Bırakın sadece Türk edebiyatını, bilebildiğim, okuyabildiğim kadarıyla Batı edebiyatında da benzeri olmayan bir kurmaca kişisidir.

İnanılmaz çok boyutlu, inanılmaz sahidir. Ve “Dağın Öte Yüzü” üçlüsü boyunca bir yanıyla daha belirir: Cesaretiyle. Brecht’in “Cesaret Ana”sını fazlasıyla aşar bu yanıyla. Öte yandan, o da Koca Halil yaşlıdır. Ne var ki Meryemce şanslıdır: İbrahim’in son hırsızlığından kalma Küheylan adlı atıyla iner Çukurova’ya. Müthiş bir öfke küpü ve müthiş bir isyan bayrağı olan Meryemce’nin en fazla kızdığı, adeta düşman olduğu kişiyse kocası İbrahim’in yoldaşı, Koca Halil’dir. Onun Koca Halil’e duyduğu ölümcül öfke ve nefreti açıkça ortaya koymasına karşın tam bir “dolapçı” olan Koca Halil ancak iç konuşmalarında Meryemce’ye duyduğu nefreti ortaya koyar. Gerçi Meryemce “Ortadirek”in olay örgüsünü tek başına yaratmaz ve sürdürmez ama, baş kişi değilse bile “çekirdek kişidir”. Koca Halil, Uzun Ali ve Ailesi ile Meryemce, romanda yola çıktıktan sonra köyden koparlar ve romanın sonuna kadar köy halkı bir daha ortada görülmez ve roman bu altı kişinin serüveni olarak izlenir. Belki burada at da vurgulanmalıdır çünkü at da rol alır bu altı kişinin yaşamında, hem de başat bir rol alır.

...

Güven Turan

“Döngele geldi kapıya dayandı. Al götür döngeleyi.”

“Yok,” dedi kendi kendine, “yok. Bu döngele şaşkın döngele. Çukurovada pamuğun açmasına daha çok var. Bu yıl döngelelerin kökünde bir şey var. Köklerini kurt yemesin zıkkımların? Sıçan yemesin? Kopup kopup geliyorlar.”

Evin günden yanına oturmuş, ayaklarını upuzun uzatmış, sırtını da duvara vermişti. Yorgundu, bitkindi. Öfkeleniyordu. Zayıflamış, bitmiş, yerinden kıpırdanamayacak bir haldeydi. Sararmış, kırış kırış olmuş, uzamış yüzünde, alnında çöreklenmiş bir acı okunuyordu. Uzun, ak, kirlenmiş sakalı göğsüne düşmüş ta aşağılara kadar uzamıştı. Püskül püskül, kırçıl kaşları küçücük yeşil, kenarları kızarmış gözlerinin üstüne dökülüyordu. Sakaldan bıyıktan da ağzı zor gözüküyordu. Başı da dümdüzdü. Bir tek kıl bile yoktu. Kemikleri sayılan, kapkara, yarık yarık, tırnakları uzun sarı ayakları kocaman, yalındı. El dokuması pamuk şalvarı yamadan gözükmüyordu. Mintanı da öyle.

Elinin oralarda bir oğlak dolaşıyordu. Ötede bir de kurk tavuk vardı. Kıyameti koparıyordu. Ardında yumak yumak, yumuşak, elinde tutsan dağılıverecekmiş gibi duran bir top sarı tüy gibi, toza belenen civcivleriyle oradan oraya koşuyordu. Hoca Halil dünyada en çok yumurtadan yeni çıkmış sarı sarı, yumuşacık, güneşe toprağa alışma gayretinde olan civcivleri seyretmeyi severdi. Arada bir tavuğun gürültüsüne başını kaldırıyor: “Vay ocağın bata vay! Ne de çok bağırıyor,” diye söyleniyor, sonra başını geri indirip, çenesini göğsüne dayıyordu.

Döngele de gelse kapıya otursa, Çukurovada da pamuk açsa, dünya, yazı yaban apak kesilse bu yıl dizlerimde derman yok. Ben bu yıl bu hal ilen Çukura inemem. İnemem Halil, inemem.

İkindiyi geçe doğruldu. Ama zorla.

Gelinini çağırdı:
“Kız, bir kaşık su. Kız soyka kalası.”

Çağırdı çağırdı içerden bir ses gelmedi.
“Bir kaşık su veren de yok. Adam kocayacağına ölsün.”

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.