Çiçek Yiyen İnek

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Yazarın gerçeküstücü izler taşıyan anlatımında can ve kıvam bulan kahramanları, hayatın içinde sorgulamadan kabul ettiğimiz akış üstüne düşünmeye davet ediyor. Bu düşünme, hayatın bildik yollarında gezinirken birden rotası değişenlerin dünyasına bir pencere açıyor. Birey olma, kentlilik, yabancılaşma, yalnızlık, delilik, empatik bağ kurma eksikliği gibi temaları, tüketim kültürünün yozlaştırıcı etkilerini, insan ilişkilerinde yükselen “vahşi dili” incelikli bir anlatımla sürdüren yazar; hayatın buhar olup uçan ve katılaşıp kalan yanlarına aynı ustalıkla eğiliyor.

“Kaza adlı öyküden…” Direk: İki büklüm etti beni. İlk darbeyi ben yedim. Bu güneşte yolunu da izini de şaşırır hangi araba olsa... Kor kesildim, kızdım bu güneşin alnında. O da kızmıştır bu sıcakta, duvar dibinde. Burnu da çarpıldı. Neyse düzelir; ben de düzeleceğim. Yeter ki o insan denilen yaratıklar bir gelip baksınlar durumuma. Araba tez düzelir. Onun sahibi var. Gelir, bakar, baktırır, çeker arabasını o duvarın dibinden. Benim gibi sahipsiz bir direk değil ki o. Arabanın sahibine bir şey olmamıştır inşallah! O kızı ezdi diye üzmesinler de adamcağızı. Ağaç delisi bir kızdı, bilmem mi... Direklere hiç bakmazdı, gözü hep ağaçlardaydı! Sanki geceleri ışık saçan şu kendilerinden başkasını düşünmeyen ağaçlarmış gibi... Tekerlekleri dert görmesin şu arabanın. Böylelerini sevmiyorum doğrusu. Bir davranabilsem benzetirdim o kızı, o kız gibilerini... Neyse... O kız yüzünden araba sahipsiz kalmasın da... Sahipsizlik kötü şey. Gerçi ben pek de sahipsiz sayılmam. Ara sıra boyarlar bizleri. Işığımız söndü mü, fark ettiklerinde, yanımıza uğrarlar. Kaza, ışığımı alıp götürmüş müdür benden? Bu gece belli olur, ortalık kararınca. Işığımın sönmesi belki de durumumu daha çabuk düzeltmelerini sağlar. Ağacın da durumu pek parlak değil. Fena yara aldı. O, öbür ağaçlar gibi değildir; gençtir, pek ağaçlığını bilmez. Düzelir o. Bakıcısı olmasa da düzeleceği varsa düzelir. Düzeleceği var mı yok mu onu da kendinden başkası bilemez. Belki kendi bile bilmez. Belki yavaş yavaş düzelir, belki de yavaş yavaş çürür gider. Bu ağaçların çürümesi oldum olası dokunur bana. Yıpranmak, aşınmak, eskimek gibi değildir. Gizli bir kurt kemirmiş gibi bir de bakarsınız göçmüş, gidiyor... Onları yaşatan da diri tutan da hep aynı gizli kurtmuş gibi gelir bana. Şu güneşe de bak! Onun şu parıltısına aldanan hiç sönmeyeceğini sanır. Oysa iki üç saate kalmaz ortalığı karanlığa salar gider. Benim öyle şavkım olacak da geceden geceye söneceğim, ha! Olacak iş mi? Yaktıkları sürece parıldarım. Ama gene de onun adı büyük: güneş. Benimkisi elektrik lambası. Elektriğim fark edilmediğinde ise yalnızca direk. Kızın kafasını kaldırıp bakmaya bile değer bulmadığı kazığın teki! Bu gece ışığım, iki büklüm olduğumdan, yola daha yakın vuracak. Düzeltmedikleri sürece yolu, arabaları yakından aydınlatacağım. Sürücülerin hoşuna gider miyim? Işığıma bir hal olmuşsa, beni görmeyip bir daha bir daha bir daha çarparlarsa... Ben ağaç mıyım ki durduk yerde öleyim. Elbet gelip düzeltirler beni. Bir gün birden bire dikildiğimi görüp acından bütün bütün kahrolur genç ağaç! Şimdi, en iyisi, düzelesiye, ağacın yavaş yavaş dirilişini –dirilirse– izlemeli?

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.