Beyaz Kalp

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Bir kez anlatmayagörsün insan, “Her şey anlatılabilir. Başlamak yeter, sonra çorap söküğü gibi gelir kelimeler.”

En vahşi sırları bilme merakı insanı işlenen suça ortak eder mi? Masumiyetin yitirilişi, dinlemekle başlıyorsa susmak hiçbir şeye çare değildir artık. Belki de konuşmadan ve eylemeden duramayan insanın salt varlığıdır tüm suçların nedeni ve sonucu. Katil de odur, izleyen ve izleten de. Kelimelerin sonsuz olasılıkla dizildiği dünyalarımızda tüm sonlar ve ölümler, tüm aşklar ve başlangıçlar kendini dille var eder.

Marías, yine derinlerden gelen sesiyle sıradan insanın serüvenini anlatıyor bize. En çok da susturulmuş sırlarıyla duvardaki portrelerine hapsolmuş kadınların, annelerin, kız kardeşlerin, sevgililerin hikâyelerini. “Ölüler ve uyuyanlar birer tablodan başka bir şey değillerdir” aslında. Dünkü acımasızlıkla bugünkü aymazlık arasındaki sağaltılamaz köprüyü çatan hikâyeler onlar. Dünkü cinayetle bugünkü düğün arasındaki düğümler...

Bilmek istemezdim ama artık biliyorum ki kızlardan biri artık kız değilken ve balayından döneli çok olmamışken, banyoya girdi, aynanın karşısına geçti, bluzunun düğmelerini çözdü, sutyenini çıkardı ve o sırada ailenin diğer fertleri ve üç davetliyle beraber yemek odasında olan babasına ait silahın namlusuyla kalbini yokladı. Kızı masayı terk ettikten birkaç dakika sonra, silah sesi duyulduğunda, babası hemen masadan kalkamadı, birkaç saniye taş kesildi, ağzı doluydu, ne çiğneyebildi ağzındakileri ne de yutabildi, hatta tekrar tabağa bile tüküremedi ve sonunda kalkıp banyoya doğru koştuğunda ardından gidenler, onu kızının kanlı bedeniyle karşılaştığında yüzünü elleriyle kaparken, ağzındaki lokmayı ne yapacağını bilemediği için ağzının bir tarafından öbür tarafına geçirirken gördüler. Peçetesi hâlâ elindeydi, onu bir süre, gözleri bidenin üstüne atılmış sutyene takılıncaya kadar bırakmadı, o zaman eline geçirdiği ya da dudaklarından bulaşan yemek artıklarıyla zaten elinde tuttuğu o bezle sutyeni örttü, sanki kısa bir süre öncesine kadar masada oturan ve sonra koridordan yürüyüp uzaklaşan kızının bir saniye önce üstünde olan iç çamaşırlarının görünmesi oraya yığılıp kalan yarı çıplak bedeninin görüntüsünden daha çok utanç veriyordu ona. Önce düşünmeden yapılan bir hareketle lavabo musluğunu kapattı, sonuna kadar açık soğuk su musluğunu. Kızı aynanın karşısına geçtiğinde, bluzunu çıkarırken, silahın namlusuyla kalbini yokladığında ağlıyor olmalıydı; çünkü o büyük banyoda, soğuk taşın üzerinde öylece uzanmış yatıyorken gözleri öğle yemeğinde görülmeyen ve cansız yere düştükten sonra da akamayan gözyaşlarıyla doluydu. Her zaman yaptığının ve genel olarak yapılanın aksine banyonun kapısını sürgülememişti, bu babasına şunu düşündürttü: (Ama çok hızlı, farkında bile olmadan, ağzındaki lokmayı yutar yutmaz) belki kızı, ağlarken birisinin kapıyı açmasını ve yaptığı şeyi engellemesini istemiş ya da beklemişti, zor kullanarak değil de basitçe varlık gösterip, o anki çıplaklığını hoş görerek ya da hafifçe omzuna dokunarak. Ama onun dışında kimse yemek esnasında banyoya gitmemişti (ne de olsa artık küçük bir kız değildi). Kurşuna hedef olmayan diğer göğsü de görülüyordu: kadınsı, beyaz ve hâlâ diri göğüs babasına doğru düşmüştü, her şeyden çok, artık olmayan ya da sadece kan olan diğerine bakmamak için bakışların ilk anda içgüdüsel olarak yöneldiği yerdi. Kızının göğüslerini görmeyeli yıllar olmuştu, değişmeye ya da bir kadın olmaya başladığından beri görmemişti onları, bu yüzden sadece şaşırmamış, aynı zamanda rahatsız da olmuştu. Diğer kız, kız kardeşiyse genç kızlığında değişirken görmüştü onları, belki daha sonra da, zaten ilk dokunan da o oldu, bir havluyla (kendi soluk mavi havlusu, hep yanında taşırdı) su ve terle karışmış gözyaşlarını yüzünden silmeye koyulmuştu; su damlaları musluk kapatılmadan önce fayansa çarpıp kız kardeşinin yanaklarına, beyaz göğsüne ve kırışmış eteğine sıçramıştı. Telaşla kanı da silmek istedi, sanki bu onu iyileştirecekmiş gibi ama havlu hemen sırılsıklam oldu, rengi değişti ve kullanılamaz hale geldi. Havluyu öyle kıpkırmızı görünce, kanı emmesi için bırakmak ve göğüs boşluğunu kapatmak yerine hemen kaldırdı (kendi havlusuydu), küvetin kenarına astı, kan oradan damlamaya başladı. Konuşuyordu ama söylemeyi başardığı tek şey hiç durmadan kız kardeşinin adını tekrar etmekti. Davetlilerden biri dayanamadı ve uzaktan bir saniyeliğine aynaya bakıp saçlarını düzeltti, bu aynaya sıçrayan kanı ve suyu (teri değil) fark etmek için yeterli bir süreydi, bu yüzden az önce aynada gördüğü kendi görüntüsü dahil aynadan yansıyan her görüntüde kan ve su da vardı. İçeri girmemişti, diğer iki davetli gibi kapının eşiğindeydi, o an için sosyal kurallar unutulmuş olmasına rağmen, sanki sadece aileden olanların kapı eşiğini geçmeye hakları olduğunda anlaşmış gibiydiler. Üçünün de sadece kafası görünüyordu kapıda, çocukları dinleyen yetişkinler gibi öne eğilmişlerdi, tiksintiden ya da saygıdan ileriye tek bir adım bile atmıyorlardı, belki de tiksintidendi; gerçi içlerinden biri (aynaya bakan) doktordu ve normalde insanları iterek aceleyle ve kendinden emin içeri girip kızın bedenini incelemesi, en azından dizlerini yere koyup iki parmağını kızın şah damarına bastırması gerekirdi. Bunu yapmadı, giderek benzi solan ve kendini kaybeden baba, ona dönüp kızını göstererek yalvarır gibi ama üzerinde durmadan “doktor” dedikten sonra doktorun bu isteğine vereceği yanıtı beklemeden yine sırtını döndüğünde bile yapmadı. Sadece ona ve diğer davetlilere sırtını dönmemişti, kendi kızlarında da, yaşayana ve henüz ölü olduğunu kabul etmeye cesaret edemediği kızına da sırtını dönmüştü, dirseklerini lavaboya dayayıp elleriyle alnını tutarak çiğnemeden yuttuğu o son et parçası dahil her şeyi kusmaya başladı. Oğlu, erkek kardeş, kızlardan epey küçüktü, yardım etmek için ona yaklaştı ama sadece ceketinin eteklerinden tutabildi, sanki iç bulantısıyla sendeleyip oraya tutunabilmiş gibi, ama bunu görenler ona destek veremeyecek haldeki babasından medet uman bir davranış olarak algıladılar. Hafif bir ıslık sesi duyuldu. Siparişleri getirmekte bazen yemek saatine kadar geciken bu yüzden de silah sesi duyulduğunda kutuları boşaltmakta olan marketin çırağıydı, çocukların yürürken hep yaptığı gibi ıslık çalıyordu, sadece kafası görünüyordu kapıda (evin küçük oğluyla aynı yaştaydı) ama birden kesildi ıslık, yerde yarı çıkarılmış ya da sadece topuk kısmından gevşemiş topuklu ayakkabıları ve biraz yukarı toplanmış lekeli eteği (ve lekeli baldırları) görür görmez, çünkü onun konumundan yerdeki kız tümüyle görünmüyordu. Ne soru sorabildiği ne geçebildiği ne kimse onu önemsediği ne de boş kasaları götürse mi götürmese mi bilemediği için yeniden ıslık çalarak mutfağa döndü (ama bu sefer korkusunu dağıtmak ve gördüklerini unutmak için çalıyordu) her zamanki yerinde ve koridorda toplaşanlar arasında görmediği ve normalde ona yapması gereken işleri söyleyen hizmetçi kızın er ya da geç mutfağa döneceğini düşünmüştü; onun aksine aşçı kadınsa aileden biri gibi bir ayağı banyoda bir ayağı koridorda önlüğüyle ellerini temizliyor ya da belki onunla istavroz çıkarıyordu. Hizmetçi kız ateş edildiği esnada yeni getirdiği boş tabakları sertçe mermer tezgâhın üzerine bırakmıştı bu yüzden de silah sesini kendi eşzamanlı gürültüsüyle karıştırmış, sonra çocuğa davetliler için o sabah almasını emrettikleri buzlu turtayı (bu sırada çocuk da gürültüyle kutuları boşaltıyordu) büyük bir dikkatle, bir seferde ve hiç el değdirmeden bir tepsiye oturtup servise hazır hale getirmişti. Sonra masadakilerin artık ikinci yemeklerini bitirmiş olacaklarını hesaplayarak yemek odasına kadar taşımış ve o an ne yapacağını bilemediğinden turtayı daha yenmemiş etlerle dolu tabakların, rastgele bırakılmış çatal, bıçak ve peçetelerin hâlâ üzerinde olduğu ve yemektekilerin hiçbirinin yerinde olmadığı masaya bırakmıştı (sadece bir tane temiz tabak vardı, sanki yemektekilerden biri, büyük kız, yemeğini hızla bitirip tabağını sıyırmış ya da tabağına hiç yemek almamıştı). O zaman hatasını fark etti, hep yaptığı gibi yine önceki tabakları toplayıp yenilerini koymadan getirmişti tatlıyı ama tabakları toplayıp üst üste koymaya kalkışmadı, sanki misafirler yemeklerini bitirmemişti ve yeniden başlayabilirlerdi (belki meyve de getirmeliydi). Yemek esnasında evde dolanması yasaklandığından ve hem can sıkmasın hem de başka şeylerle uğraşmasın diye yemek odası ile mutfak arasındaki güzergahın dışına çıkmaması emredildiğinden, henüz bilmediği bir sebeple banyonun önünde toplaşmış homurdanan gruba katılmaya da kalkışmadı, sadece öylece elleri arkasında, sırtı camlı büfeye dönük terk edilmiş masanın ortasına bıraktığı turtaya bakıp sıcak nedeniyle onu götürüp tekrar buzdolabına koysam mı acaba diye merak etti. Bir süre bir şarkı mırıldandı, devrilmiş bir tuzluğu kaldırdı, boş bir kadehe, doktorun karısınınkine şarap doldurdu, hızlı içmişti. Birkaç dakika turtanın kendini bırakmasını izledi, daha bir karara varmadan kapı zilini duydu ve işlerinden biri de bu olduğu için saçını yokladı, önlüğünü düzeltti, çoraplarını kontrol etti ve koridora geçti. Soluna, mırıldanan ve çıkardıkları garip seslerle merakını celbeden grubun olduğu tarafa şöyle bir göz attı ama ne bir şey anladı ne de yanlarına gitti, yapması gerektiği gibi sağa yöneldi. Kapıyı açınca artık bitmekte olan gülüşmeler ve yoğun bir parfüm kokusu çarptı suratına (merdiven sahanlığı karanlıktı), koku evin büyük oğlundan ya da bir süre önce balayından dönen yeni damattan geliyordu, birlikte geldiklerine göre büyük ihtimalle sokakta karşılaşmışlardı ya da apartman girişinde (şüphesiz kahve içmeye gelmişlerdi ama kimse kahve yapmamıştı). Onların gülüşmeleri karşısında hizmetçi kız da neredeyse güldü ve geçmeleri için yana çekildi, böylece yüz ifadelerinin birden nasıl değiştiğini ve banyodaki kalabalığa doğru nasıl telaşla hızlandıklarını görmek için zamanı oldu. Kocası, damat, koşarak geri çıktı banyodan, yüzü bembeyazdı, bir elini evin oğlunun omzuna koydu, sanki gördüklerini o da görmesin diye engellemek istiyordu ya da ona tutunuyordu. Hizmetçi kız bu sefer mutfağa dönmedi; onlara uyup adımlarını sıklaştırarak peşlerinden gitti; banyo kapısına geldiğinde, beylerden birinden ya da ikisinden birden gelen daha güçlü bir parfüm kokusunu yeniden fark etti; sanki bir parfüm şişesi kırılmış gibiydi ya da aniden terleyen vücutta koku daha da belirginleşmişti. İçeri girmedi, kapıda aşçı kadın ve davetlilerle birlikte kaldı. Göz ucuyla marketin çırağını gördü, ıslık çalarak mutfaktan çıkmış ona bakmaya yemek odasına gidiyordu ama öyle korkmuştu ki ona seslenecek, onu azarlayacak ya da onunla ilgilenecek durumda değildi. Çocuk önceden her şeyi fazlasıyla görmüştü ve şüphesiz yemek odasında da epeyce kalmış ve sonra hiçbir şey demeden, boş şişe kasalarını da götürmeden çıkıp gitmişti. Çünkü saatler sonra eriyen turta masadan alınıp bir kâğıda sarılarak çöpe atıldığında yemektekilerin hiçbiri yemediği halde büyük bir dilim eksikti ve doktorun karısının kadehi tekrar boşalmıştı. Herkes Ranz’ın, onun kocası, ailenin damadı, benim babam olan adamın çok şanssız olduğunu, ikinci kez dul kaldığını söylüyordu.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.