Aşk Olmayınca Meşk Olmaz

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Osmanlı/Türk kültürünün dayandığı temel öğretim yöntemi, meşk’tir. Musıkîden hat sanatına kadar geleneksel estetiğin doğasını şekillendiren bu yöntem, aynı zamanda usta-çırak ilişkisi etrafında örülen toplum ahlâkının da aynası olmuştur.

Meşk, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e sanatkâr kuşaklar arasındaki bilgi ve tecrübe aktarımını sağlayan bir kültür köprüsü özelliğini de taşır. Bu açıdan tarih boyunca toplumsal hafızayı temsil etmiş; sanatçıları ortak bir aidiyet duygusuyla kuşatarak, bütün geleneksel sanat türleri için âdeta bir harç ödevi görmüştür.

Cem Behar, kitabın bu genişletilmiş yeni baskısında, yeni bilgi ve belgeler eşliğinde, bugüne kadar basit bir pedagojik uygulama sayılan ve bu nedenle de kıyasıya eleştirilen meşk yöntemini geleneksel Osmanlı/Türk musıkîsi bağlamında farklı bir bakış açısıyla ele alırken, geleneksel meşkle pek de ilgisi olmayan şekil ve yöntemlerin Türk musıkîsi camiasında edindiği yerlere de değiniyor. Meşk’in tarihi, pratiği ve ahlâkı, dün-bugün ekseni üzerinde ilk defa bu detaylı araştırmayla günışığına çıkmakta.

Bu kitabın bugünkü şeklini alıması uzunca bir süre  gerektirdi. Meşk kavramı ve  Osmanlı/Türk musıki geleneğinde öğretim uygulamaları hakkında bir metin  oluşturma fikrinin kökeninde 1988 yılının Haziran ayında yapılmış “Türk  Musıkisinde Çağdaş Eğitim ve Çağdaş İcra” başlıklı bir sempozyum var. Davetli  olduğum bu sempozyuma o sıralarda yurtdışında bulunmam nedeniyle  katılamamıştım. Ama konu bir bakıma ilgimi çekmişti doğrusu. Ne var ki,  sempozyumun başlığının içerdiklerinden değil, içermedikleri yüzündendi bu  ilgim. 


Yüzyıllar boyunca “çağdaş” olmayan bir eğitim sistemi  uygulayan ve bu eğitim ve aktarım sistemiyle bir repertuar oluşturan, öğreten,  yaşayıp gelişebilen bir musıki geleneği vardı karşımızda. Bu saatten sonra bu  geleneğin kalıntıları üzerine monte edilecek “çağdaş” bir eğitimin nasıl olması  gerektiği konusunda ahkâm yürütmek yerine, bu geleneğin esasının nasıl  oluştuğuna, geleneğin içinde nasıl bir eğitim yöntemi uygulandığına ve “çağdaş  olmayan” eğitim sistemine rağmen geleneğin kendini nasıl yenilediğine daha  yakından bakılmalıydı bence.

Dört asır boyunca Osmanlı/Türk müzik geleneği, bu  sempozyuma katılanların önerilerinden mahrum kalmıştı elbette. Acaba nasıl bir  eğitim ve ne türden icralarla kendini yenileyip yaşatabilmiş ve bugüne  gelebilmişti? Yani öncelikli olan – sempozyum organizatörlerinin kullandıkları  ifadeye bakılırsa – “çağdışı” kalmış olan bir eğitim yönteminin incelenmesiydi  bana göre. Ayrıca, davetlilere ulaşan sempozyum programından bu konunun  kimsenin yakın ilgi alanına girmediği de anlaşılıyordu. Bunun üzerine  “Osmanlı’da Musıki Öğrenim ve İntikal Sistemi : Meşk” başlıklı bir makale kaleme aldım ve bu makale Defter dergisinin Aralık 1988/Ocak 1989  tarihini taşıyan 7. sayısında yayınlandı (s. 83-108).

Bundan yetmiş seksen yıl öncesine kadar geleneksel  Osmanlı/Türk musıkisinin öğretimi ve aktarımı bütünüyle meşk adı verilen yönteme dayanırdı. Hem ses veya saz öğrenimi hem  de öğrencilerin bir eser dağarcığı edinmeleri, meşk etmekle gerçekleşirdi. Meşkederek müzik öğretmenin ve  öğrenmenin basit bir araç, herhangi bir pedagojik yöntem olarak görülmesi eksik  ve yanlış olur. Dört buçuk yüzyıllık Osmanlı/Türk musıki geleneğinde meşk sayısız müzisyen kuşakları  tarafından bir öğretim yöntemi olarak benimsenmekle kalmamış, aynı zamanda ses  ve saz eserleri repertuarının da yüzyıllar boyu kuşaktan kuşağa intikalini  sağlamıştır. Bu iki işlevi birbirinden ayırmak imkânsızdır. Meşk bir yandan ses ve çalgı öğretimini  ve icra üslûplarını şekillendirmiş, bir yandan da eser repertuarının nesiller  boyu aktarımını ve zamanla yenilenip değişmesini sağlamıştır.

Meşkederek müzik öğrenmenin etkisi bununla da  kalmamıştır. Geleneksel musıki meşki ve doğurduğu ilişkiler, birçoğu bugün dahi  geçerliliğini koruyan bazı temel ahlâki ve estetik değer yargılarının  taşıyıcısı olmuştur. Meşk zincirlerinin devamlılığı sayesinde de bu yargılar  Türk müziği dünyasına iyice yerleşmiş, bu dünyanın yazılmamış fütüvvetnamesi,  anayasası olmuştur. Meşk aslında  bütün bir müzik geleneğinin ortak zemini haline gelmiş, kuşakları, bestecileri,  icracıları ve icra üslûplarını bir arada tutan ortak bir aidiyet duygusu  oluşturmuş, yani bu sanat alanının tümü için hem estetik hem toplumsal bir harç  görevini yerine getirmiştir. Bu bakımdan da gereği gibi incelenmesi ve yerli  yerine oturtulması Osmanlı’nın kültür tarihi açısından da büyük önem taşır.

Bu kadar stratejik önem taşıyan bir kavram ve bir  uygulama hakkında yeni kaynak ve malzemelerin birikmesiyle birlikte, konuyu  biraz daha ayrıntılarıyla ele alan ilkinden epey daha uzun bir makale ortaya  çıktı. Bu makale de 1993 yılında yayınlanan bir kitabın bir bölümünü oluşturdu  (Cem Behar, Zaman, Mekân, Müzik- Klâsik  Türk Musıkisinde Eğitim(Meşk), İcra ve Aktarım, İstanbul, Afa Yayınları, s.  11-82).

Meşk’in,  yani Türk musıkisi geleneğinin (bugün neredeyse tamamen kaybolmuş olan) bu  göbek bağını küçümsememek gerekiyor. Yüzyıllar sürmüş bir müzik hayatının çok  çeşitli veçhelerinin bu temel kavram etrafında toplanabileceği ortadadır. Çok  sayıda, çok çeşitli ve bazan da beklenmedik kaynaklarda meşke atıflar, meşk  uygulamaları hakkında somut bilgiler bulunuyor. Bunların derlenip yeni bir  yapıya ve mantığa kavuşturulması sonucu bu kitap ortaya çıktı. Yeni kaynak ve  malzemelerin derlenmesinde yardımlarını esirgemeyen Frankfurt Üniversitesi Institut für Geschichte der Arabisch-Islamischen Wissenschaften’den  Eckhard Neubauer’e burada teşekkürü borç bilirim.

Özgün Osmanlı/Türk musıki geleneğinin oluşutuğu  onaltıncı yüzyıl ortalarından itibaren meşkederek musıki öğrenmenin bilinen tek  musıki öğrenim yöntemi olduğunu belgelemek mümkün. Ayrıca, ses veya saz  eserleri meşkedilmesi arasında her zaman önemli farklılıklar bulunduğu da  biliniyor. Meşk silsileleri içindeki uzmanlaşma alanları, spesifik meşk  mekânları, meşk içindeki yetenek ve ustalık kıstasları, musıki öğretiminde  meslek ve profesyonellik anlayışları gibi konuların her biri ise ayrı bir  araştırma konusudur aslında.

Meşkederek müzik öğrenmenin Osmanlı sanat dünyasına  yerleştirdiği bazı çok temel ahlâkî değer yargıları da var. Aşk olmayınca meşk olmaz deyimine  yansıyan işte bu değerlerdir. Meşkederek öğrenmenin zorluğu, gerektirdiği  fedakârlık ve meşakkatle birlikte bunları temel alan gurur ve ayrıcalık  duyguları, meşk silsileleri içerisinde mahfuzat ve müktesebatın önemi,  talebenin ve hocanın liyakat kıstasları, eserlere ve hocalara sadakat anlayışı,  geleneğe ve müzik repertuarının intikaline karşı sorumluluk duygusu vs.  bunlardan sadece birkaçıdır.

Müzik öğreniminde yazı ve nota kullanımının  yaygınlaşmasıyla repertuar aktarımı işlevini büyük ölçüde kaybetmiş olan meşk yöntemi genel müzik eğitimi ya da  ses veya çalgı öğrenimindeki fonksiyonunu sürdürebilecek midir? Ses ve görüntü  kaydının olağan hale geldiği bir müzik dünyasının “meşk”i nasıl olabilir?  Yirminci yüzyıl uygulamalarını izleyip meşk’in  bazı sakıncalarına da eğildikten sonra bu kitabın son bölümünde sormaya  çalıştığım bir soru da budur.

* * *

Meşk’i  görüntülemek kolay değil. Bu kitaba eklediğim birkaç illüstrasyon sadece meşk’in kitapta incelenen bazı  özelliklerini görsel malzemelerle desteklemeyi amaçlar. Notalar ise  meşkedilerek aktarılan bir eserin zamanla oluşan farklı versiyonlarına örnek  olarak verilmektedir. Aynı eserin ayrı okuyuştan iki ayrı kişi tarafından  notaya alınıp aşağı yukarı aynı yıllarda yayınlanan iki versiyonunun arasındaki  farklılıklar çok çarpıcıdır doğrusu. Örnek olarak verdiğim eserlerin  bestecilerinden bazıları bu yayınlardan çok az bir süre önce ölmüşlerdi ve bu  süre içerisinde dahi o eserin farklı icra ve versiyonları oluşabilmişti. Bu  versiyonların hepsi bizce eşit derecede meşrudur.

* * *

Kitapta çeşitli dönemlerde yaşamış yazar, tarihçi,  seyyah, müzisyen ve müzik teorisyenlerine ait birçok alıntı var. Yabancı dilde  olanları Türkçe’ye çevirdim. Türkçe olanların ise dilini sadeleştirip bugünün  Türkçesine yaklaştırmaya çalışmadım. Yalnızca yer yer bir kelime ya da ifadenin  bugünkü Türkçeyle karşılığını köşeli parantez [ ] içinde ya da gerektiğinde  alıntının tümünü parantez ( ) içinde vermekle yetindim. Metnin devamlılığını  kesmemek amacıyla da dipnotları, ilgili bölümlerin sonunda toplamayı tercih  ettim.

Rumelihisarı, Şubat 1998

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.