Zeki Faik İzer

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Türk modern resminde önemli çok önemli bir isim olan ve d Gubu kurucularından olan Zeki Faik İzer’in yaşamı ve resmiyle ilgili ilk kapsamlı kitap. YKY Türk Ressamları dizisinin yeni kitabı.

ZEKİ FAİK İZER

Zeki Faik İzer, 15 Nisan 1905 tarihinde İstanbul'da Sultanahmet'te doğdu.
1923 yılında Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi Resim Bölümü'ne kayıt oldu. Zeki Faik, okula girmeden önce de sanatına hayranlık duyduğu Çallı İbrahim'in atölyesini seçmişti.
1924-25 yıllarında Zeki Faik, akşamüstleri okuldan çıkıp Beyoğlu'na dans etmeye giderdi. Çok iyi dans ettiğinden, Haçaturyan Efendi'nin salonunda dans yarışmasını kazanmıştı. Sonraki yıllarda dansı bırakarak kendini tümüyle resme verdi. Ancak dansa; müzik ve insan hareketinin ritmine duyduğu tutku her zaman sürüp gitti, onun için esin kaynağı oldu.

YENİ BİR DÜNYA: PARİS

1928 yılında Avrupa'da eğitim için açılan sınavda birinci oldu; aynı sınavda ikinci olan Hamit Görele ve kendi olanaklarıyla gelen Cemal Tollu ile birlikte Kasım ayında Paris'e gitti ve sanat dergilerinden tanıdığı André Lhote'un atölyesinde eğitime başladı. Bu arada Maarif Vekâleti'nin programına göre Paris'te burslu resim eğitiminde bulunan öğrencilerin devama zorunlu bulunduğu Paris Belediyesi Endüstriye Uygulamalı Sanatlar Okulu'nda Prof. Maret'nin yanında altı ay duvar resmi, fresk ve seramik çalıştı.
Paris'in sanat yüklü havasını bilinçli bir şekilde değerlendirmeyi bilen Zeki Faik, 1930’lu yıllarda Cézanne ve Matisse esintili natürmortların yanı sıra birçok portre ve figürlü kompozisyonlar yapmıştı. Bu çalışmalarındaki yapısalcı yaklaşım ve oldukça sert hatlara karşın, kişiliğinden kaynaklanan, resmin yüzeyinde dağılan dengeli yumuşaklık hemen fark edilir.
Zeki Faik, 1932 yılı başında İstanbul'a döndüğünde kendisine verilen Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü'nde resim öğretmenliği göreviyle Ankara'ya geçti. İleriki yıllarda da dostluğunu sürdüreceği Ahmet Hamdi Tanpınar, Halil Vedat Fıratlı, Cevat Memduh Altar, Tahsin Banguoğlu, Sadi Irmak ve Şeref Akdik de burada öğretmenlik yapıyorlardı.

TÜRKİYE'DE ÇAĞDAŞ SANATI YERLEŞTİRME ÇABALARI

Zeki Faik, 1932 yılı sonlarında, Talim Terbiye Enstitüsü'ndeki görevinin bir başkasına verilmesi, kendisinin de Ankara Atatürk Erkek Lisesi resim öğretmenliğine atanması üzerine, bu görevi kabul etmeyerek İstanbul'a döndü. İşsiz kalmıştı, ancak kendisine uymayan bir işte de çalışmak istemiyordu. Genç sanatçı bu sırada Lhote Atölyesi'nde tanımış olduğu Micheline Gouault adlı Fransız resim öğrencisiyle evlenmiş ve oğlu Sadi İzer dünyaya gelmişti.
1933 yılında Ankara Halkevi, Cumhuriyet'in onuncu yılı dolayısıyla bir İnkılâp Sergisi düzenlendi; zamanın Maarif Vekili Reşit Galip Bey, tüm ressamlardan bu konu çerçevesinde eser vermelerini istedi. Paris'ten yeni dönmüş olan 28 yaşındaki Zeki Faik, taze birikimlerini değerlendirerek çok figürlü İnkılâp Yolunda tablosunu yaparak sergiye katıldı. Tablonun esin kaynağı, Eugene Delacroix'nın Fransız Devrimi'ni yansıttığı ünlü tablosuydu, ancak Zeki Faik'in kıvrak çizgileriyle farklı bir yorum ortaya konmuştu.

d Grubu
1933 Eylül ayında Cihangir'de Zeki Faik'in oturmakta olduğu Yavuz Apartmanı'nda sanatçı ile arkadaşları Nurullah Berk, Elif Naci ve Zühtü Müridoğlu aralarında bir grup kurmaya karar verdiler. Zeki Faik, Elazığ'da öğretmenlik yapmakta olan Cemal Tollu'yu, Nurullah Berk de Abidin Dino'yu gruba almayı önerdi, onların da katılımıyla d Grubu kurulmuş oldu. Artık kanıksanmış olan akademik, natüralist ve empresyonist anlayışlara başkaldıran; yeni atılımlara, örneğin kübist etkilere açık d Grubu, olumlu ve olumsuz tepkiler alarak o yıllarda Türk resim sanatı çevresine yeni bir soluk ve hareket getirecek, varlığını 1947 yılına kadar sürdürecekti. d Grubu, varlığını sürdürdüğü yıllar boyunca açtığı zengin içerikli sergilerle, dahası grubun sanatçılarının yazdığı veya haklarında yazılan olumlu-olumsuz eleştiriler yoluyla toplumda görsel sanatlara duyulan ilgiyi artırdı, resim ve heykel sanatını gündemde tuttu ve sanat olayını Güzel Sanatlar Akademisi'nin dışına taşıdı.
Sanatçı askerliğini tamamladıktan sonra 1937 yılı Kasım ayında Güzel Sanatlar Akademisi fotoğraf atölyesi öğretmenliğine getirildi. Ancak fotoğraf atölyesine öğrenci gelmediği ve o sırada afiş atölyesi öğretmeni Mithat Özar rahatsızlığı nedeniyle gelemediği için İzer'e, Dekorasyon Bölümü'nde afiş atölyesinin başı olarak görev verildi. Modlesiz ve düz bir yüzeyde çok şey ifade edecek kompozisyonları aradığı afiş atölyesindeki çalışmalarında Toulouse-Lautrec ve Pierre Bonnard'ın yapıtlarından esinlendi, onlardaki çarpıcı deseni, düşüncenin özünü yakalamaya çalıştı. Resimden hiçbir zaman uzaklaşmayan sanatçı, Cumhuriyet Halk Partisi'nin bir yıl önce uygulamaya koyduğu, ressamların yurdun çeşitli yörelerinden esinlenerek çalışmaları amacıyla düzenlenen program içinde Eskişehir'e gitti.
1940 yılı Nisan ayında, İkinci Dünya Savaşı nedeniyle birçok kişi gibi Zeki Faik İzer de tekrar askere alındı, iki yıl Kırklareli'nde askerlik yaptı. 1942 yılı sonunda, askerliğin bitiminde Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki fotoğraf ve afiş atölyesi öğretmenliğine döndü. Aynı yıl 4. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde birincilik ödülünü kazanan İzer, artık kişiliğiyle ön plana çıkan yapıtlarıyla kendisini kanıtlamış bir ressam ve nitelikli bir hocaydı.
1944 yılının Mayıs ayında Güzel Sanatlar Akademisi’nde açılan 11. d Grubu sergisinin özelliği, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nde bulunan bir Pierre Bonnard tablosunun ve iki Léopold Lévy tablosunun sergilenmesiydi.
1945 yılında İsmail Hakkı Oygar Galerisi'nde ilk kişisel sergisini açtı.

PARİS SANAT YAŞAMINDA

1946 yılının sonunda Paris’te, Palais de Chaillot’da UNESCO tarafından düzenlenen Uluslararası Sanat Sergisi’nde komiser olarak görevlendirilen İzer, burada aynı zamanda Nurullah Berk ile birlikte Cernuschi Müzesi’nde Modern Türk Resmi Sergisi’ni açmıştı.
Sanatçının Paris’e bu gidişi, sanat yaşamının dönüm noktalarından biri olmuştu: Zeki Faik, bu kez burada resimde abstraksiyon ile karşılaşmıştı. Bu yeni estetiği anlamaya çalıştı; kendi resmine uygulamak için bunu sindirebilmeyi bekledi ve zamanla soyuta yöneldi.
Bu sanat kentinde sık sık bale gösterilerini de izlemeye giden ressam, gençliğinden beri özel bir ilgi duyduğu danstan esinlenerek birçok kompozisyon çalıştı. Daha sonra Ankara Opera Binası'nın Alman mimarı Paul Bonatz, İzer'in dans ve müzik konulu kompozisyonlarını çok beğenerek, bunları şeref locasına uygun bulacak ve şeref locasının renklerini resimlere göre değiştirecekti. UNESCO Sergisi'nin 1947 yılı Mayıs ayında sona ermesinin ardından, aynı ekip, bu sergideki resimleri British Council'in isteği üzerine Londra'da sergiledi.
İzer, 1948 yılında, Güzel Sanatlar Akademisi'nin geçirdiği büyük yangından sonra Akademi müdürlüğüne getirildi. Aynı zamanda Halil Vedat Fıratlı tarafından Bakırköy'de Güzel Sanatlar Akademisi'ni bağlı olarak açılmış olan Bale Okulu'nun da müdürlüğünü üstlenmişti.
Sanatçıların yetişmesinde hem teorik bilgilerin, hem de güncel sanatı ve sanatın gelişimini öğrenmenin önemli bir yeri olduğuna inanan İzer, Akademi kitaplığını yeni baştan kurmayı ve zenginleştirmeyi kendine görev edindi. Ayrıca öğrencilerin çalışmaları için Avrupa'dan 174 parça alçı heykel getirtti. Zeki Faik İzer'in müdürlüğü sırasında sanat yaşamına yapmış olduğu en önemli katkılardan biri de 1951 yılında Türk Sanat Tarihi Enstitüsü'nü kurması oldu.
1946 yılındaki Paris gezisinden sonra ve 1950'li yıllar boyunca sanatçı abstraksiyonu kendi estetiğinde tümüyle yansıtma aşamasına henüz gelmemişse de, giderek özgürleşen anlatımı ve cesur desenleriyle form araştırmalarını sürdürdü.
1959 yılı, sanatçının yaşamında en önemli etaplardan birini getirdi, sanatının ve yaşının olgunluk çağında, ancak yaratıcılık bakımından taptaze olan Zeki Faik İzer, İstanbul Üniversitesi'nin Sanat Tarihi Bölümü'nden yeni mezun olmuş, sanatına ve düşüncelerine derin bir hayranlık duyan Sevim Taşkın ile evlendi.

SOYUTA YÖNELİŞ

Bu dönemde, renk zenginliğine önem verdiği, boyayı geniş katmanlarda kullandığı büyük boyutlu tuvallerinde sağlam deseniyle coşkusunu dışavurduğu birçok parlak yapıtı ortaya çıkacaktı. Sanatçıya 1961 yılında Guggenheim Vakfı ödülünü kazandıran Sultanahmet Camii Camları adlı tablosu, ressamın resimsel gerçekle ilişkisini içtenlikle ortaya koymaktadır.
60’lı yıllar sanatçının abstre başyapıtlarını verdiği zaman dilimine dönüştü. 1963 yılında Paris, Viyana ve Berlin'de açılan Türk Resmi Sergisi'ne katılan İzer, 1964 yılında ise Türkiye'de soyut resmin üstadı olarak çağdaş Avrupa sanatının bir toplu gösterisi niteliği taşıyan Marzotto Ödülü Sergisi'nde Endişeli Kuş adlı tablosunu sergiledi. 1968 yılında, son on yıllık çalışmalarının bir bölümünü içeren bir toplu sergi açtı.
1968 yılı; Zeki Faik İzer’in Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirişinin kırkıncı yılı ve aynı zamanda bu kurumdaki öğretim üyeliğinden emekli olacağı yıldı.

EMEKLİLİK: FRANSA DÖNEMİ

Sanatçı, emekli olduktan sonra Büyükada'da eşiyle iki uzun yaz geçirdi. Ada doğasında içinden geldiği gibi resim yaptı, bir süre sosyal yaşamdan elini eteğini çekmiş olarak doğayla ve sanatıyla baş başa kaldı ve kendi ifadesiyle “büyük peyzaj”a girdi.
İzer, 1971 yılından 1984 yılına kadar eşi Sevim İzer ile birlikte, on yılı Paris'te, dört yılı da Nice'te olmak üzere on dört yıl Fransa'da kaldı. Büyük kolaj çalışmaları, zengin peyzajlar, Orta Asya sanatını ve Japon sanatını yakından tanımanın verdiği coşkuyla yorumladığı form arayışları hep bu Fransa döneminin ürünleriydi.
1981 yılında Paris Posta Müzesi'nde izlediği Manessier’nin resim ve halı sergisi ise, sanatçıyı çoktandır düşlediği bir işi gerçekleştirmeye yöneltti: yapıtlarını halıya uygulamak.

Yeniden İstanbul Sanat Ortamında
1984 yılında İstanbul'a dönen İzer, burada oturmayı en çok arzu ettiği semt olan Bebek'teki atölye-evine yerleşti ve çalışmalarını burada sürdürdü. Aynı yılın Aralık ayında Garanti Bankası Sanat Galerisi’nde açtığı resim ve halı sergisinde verimli geçen son yıllarının ürünlerini sergiledi. Sergide özellikle, ritmi özgür desende bulan halıları ilgi çekti.
Uzun yaşamanın, kendisine araştırmak, dünyasına taze bilgiler katmak, kısacası yenilenmek yolunda olanaklar yarattığını düşünen Zeki Faik İzer, 12 Aralık 1988 günü dünyaya gözlerini kapadığında, tamamlanmamış büyük bir tuvali ve geliştirmek istediği birçok resim tasarımı vardı.
Zeki Faik İzer, Türkiye’deki resim sanatı tarihinde yalnızca soyut resim anlayışını yerleştiren öncü bir ressam olarak değil, derin bir sanat perspektifi ve sanat tarihi bilgisiyle köklerini arayan, birikiminden başkalarını da yararlandırmak isteyen bir öğretmen olarak da anılacaktır.

Gül İrepoğlu

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.