Yıllar Böyle Geçti

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Sayısız ulusal ve uluslararası yarışmanın, serginin, programın düzenleyicisi, Türkiye fotoğraf arşivinin kurucusu, oyun yazarı ve gerçek bir kültür adamı Vedat Nedim Tör'ün iş, düşün ve sanat yaşantısının belli başlı aşamalarını ve olaylarını içeren anı kitabı Yıllar Böyle Geçti yirmi üç yıl sonra okuyucusuyla tekrar buluşuyor. 1930'ların Türkiyesi'nde eğitim, kültür ve sanat alanında üstlendiği görevleri müthiş bir performansla yürütmüş, Türkiye'de özel sektörün kültür işlerine ilk kez katkıda bulunmasını gerçekleştirmiş Vedat Nedim Tör'ün anıları, yaşamını adadığı kültürel yapılanma uğruna yaptığı kararlı çalışmaları yeni kuşaklara aktarırken, arka planında ülkemizin "dramatik" kültür serüvenini izlemek için de çok iyi bir kaynak. Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat, Ahmet Muhip Dıranas, Sait Faik Abasıyanık, Halide Edip Adıvar, Refik Halit, Mustafa Şekip, Cahit Sıtkı Tarancı, Vâ-Nû, Attilâ İlhan, Ziya Osman Saba, Bâki Süha Ediboğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi sanat ve düşünce dünyamızın önemli isimlerini yayımladığı Aile dergisinde buluşturmuş, tiyatro yapıtlarıyla yeni ufuklar açmış, düzenlediği "ilk"lerle (ilk "Yerli Malı Haftası", ilk "Sanayi ve Ziraat Kongresi", ilk "Radyo Spikerliği Kursu") kültür mozaiğimizin gelişimine ivme kazandırmış Vedat Nedim Tör'ün belge niteliğindeki anıları, onun "gözden kaçırılmış" dünyasına uzun soluklu bir gezi daveti. "Bence Vedat Nedim Tör ince zevki ile bir Fransız gibi, geleneklerine bağlılıkta İngiliz gibi, hızlı çalışmasıyla Alman ve dinamizmi ile Amerikalı gibi ama yüreği ile ve sevgisiyle Türk olan üstün yaratılışta bir ilim adamıdır." (Talat Sait Halman) "Vedat Nedim Tör, çağımızda harcanmış değerlerden biridir. Tör, 1930'ların devrimci Türkiye'sinde eğitim, kültür ve sanat alanında yüklendiği görevleri üstün başarılarla yürütmüş, ortaya birçok eserler koymuştur." (Abdi İpekçi)

Bu satırları yazarken 78 yaşındayım.
Bir çok arkadaşımı, dostumu bir bir yitirdiğim ve gömdü­ğüm için, âdeta bir “suçluluk duygusu” içindeyim. Bir yaştan sonra, “hâlâ yaşıyabilmek” bir nevi mızıkçılık, oyun bozanlık gibi geliyor insana... Ölüme karşı direnebilenlerin ve bu yüzden gittikçe yalnızlaşanların duyabilecekleri tufah bir ruh hâleti bu...
Kafam, çok şükür, hâlâ işliyor. Daha çalışabiliyorum. Düşü­nebiliyorum. Henüz bunamadım. Bu, tabiatın hoş bir oyunu...
Belleğim, zaman zaman vefasızlıklar yapıyorsa da, bazı olayları daha dün yaşamış gibi hatırlıyorum. İşte, bunlardan biri mütareke yıllarında, Berlin Üniversitesinde öğrenci iken, Profe­sör Werner Sombart’ın dersinde duyduğum şu sözlerdir:

 

“Osmanlı İmparatorluğu, tipik bir yarı-koloni örneğidir. Bir zamanlar, üç kıtaya yayılmış haşmetli bir imparatorluk, endüs­tri devriminin ekonomik ve sosyal koşullarına ayak uydurama­dığı için, bugün geri kalmışlığın bütün illetleri ile malûl olarak emperyalist devletlerin elinde, tam bir parçalanma ve kokuşma halinde can çekişmektedir.”

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.