Uygarlık - Batı ve Ötekiler

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Bu kitabın ele aldığı ana soru gittikçe bana bir modern çağ tarihçisinin ortaya atabileceği en ilginç soru gibi görünüyor. Avrasya kara kütlesinin batı ucundaki birkaç küçük siyasal yapı, 1500 dolaylarından itibaren Doğu Avrasya’nın daha kalabalık ve birçok bakımdan daha gelişkin toplumlarını da kapsamak üzere dünyanın geri kalan kesimine egemen olma yoluna tam olarak niçin girdi? Buna bağlı ikinci sorum şu: Batı’nın geçmişteki üstünlüğüne ilişkin iyi bir açıklama bulabilirsek, geleceği konusunda bir öngörü ortaya koyabilir miyiz? Bu gerçekten Batı dünyasının sonu ve yeni bir Doğu çağına geçiş mi demektir? Başka bir ifadeyle, insanlığın daha büyük kısmının Batı Avrupa’da Rönesans’ın ve Reform hareketinin ardından ortaya çıkan uygarlığa – bilim devrimiyle ve Aydınlanma süreciyle harekete geçen, Atlantik’in öteki yakasına ve ta Avustralezya’ya kadar yayılan, devrim, sanayi ve imparatorluk çağlarında doruğuna ulaşan uygarlığa – az çok bağlı olduğu bir çağın sönüşüne mi tanık olmaktayız?

İki Nehir Çin İmparatorluğu’nun her yanından getirilen malzemelerle bir milyondan fazla işçi Pekin’in göbeğinde Yasak Kent’i (Gugong) kurdu. Ming hanedanının kud retini simgelemek üzere düzenlenen, inşa edilen ve bezenen yaklaşık bin binanın yer aldığı Yasak Kent sadece dünyadaki en büyük uygarlığın bir kalıntısı değildir; hiçbir uygarlığın ebediyen sürmediğini de hatırlatır insana. Adam Smith 1776 gibi geç bir tarihte bile Çin’den “dünyanın en zengin, yani en verimli, en bayındır, en çalışkan ve en kalabalık ülkelerinden biri, ... Avrupa’nın her kesiminden çok daha zengin bir ülke” diye söz etmişti. Ama Çin’in “uzun süreden beri durağan” ya da “hareketsiz” olduğunu da saptamıştı. Bu konuda kesinlikle haklıydı. Yasak Kent’in inşa edilmesinin (1406-20) üzerinden daha yüz yıl geçmeden, Doğu’nun göreli gerileyişinin başladığı söylenebilir. Batı Avrupa’nın yoksul ve kargaşa içindeki küçük devletleri neredeyse durdurulamaz bir süreçle yarım binyıllık yayılmaya koyuldu. Bu arada Doğu’nun büyük imparatorlukları durgunlaştı ve zamanla Batı egemenliğine yenik düştü.

Avrupa ileriye atılırken, Çin niçin tökezledi? Smith’in esas cevabı Çin’in “dış ticareti teşvik” edemediği ve dolayısıyla karşılaştırmalı üstünlüğün ve uluslararası işbölümünün yararlarını elden kaçırdığıydı. Ama başka açıklamalar da mümkündü. Montesquieu baronu Charles de Secondat 1740’lardaki bir yazısında, suçu “tiranlığın yerleşik düzeni”ne yıkmakta, bunun köklerini ise Çin’in Doğu Asya’daki iklim koşullarından kaynaklanan olağanüstü yüksek nüfusuna dayandırmaktaydı:
Şöyle akıl yürütüyorum: Asya’da doğru dürüst bir ılıman kuşak yok; zira çok soğuk bir iklimde bulunan yerler aşırı sıcak yerlere, yani Türkiye, İran, Hindistan, Çin, Kore ve Japonya’ya çok yakın. Avrupa’da ise ılıman kuşak çok geniştir; ... bu yüzden her [ülke] bitişiğindeki ülkeyi andırır; aralarında çok olağanüstü bir farklılık yoktur. ... Öyle anlaşılıyor ki, Asya’da güçlü ülkelerin karşısında zayıf ülkeler var; savaşçı, cesur ve girgin halklar miskin, yumuşak ve korkak halklara çok yakın; dolayısıyla birinin üstün gelmesi, öbürünün boyun eğmesi kaçınılmaz. Avrupa’da güçlü ülkelerin karşısında güçlü ülkeler var ve birbirine yakın olanlar aşağı yukarı aynı cesarete sahip. Asya’nın zayıf, Avrupa’nın güçlü oluşunun, Avrupa’nın özgür, Asya’nın köle oluşunun büyük sebebi işte budur: Böyle bir sebebe şimdiye kadar işaret edildiğini hatırlamıyorum.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.