Üç Damla Kan

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

İran edebiyatında modernizmin öncüsü olan Sâdık Hidâyet’ten karanlık, karabasanlı öyküler... Hidâyet, 1930’lu yıllarda ülke için pembe tablolar çizen yönetime, İran halkının yaşantısını keskin bir gerçeklikle yansıtarak yanıt veriyor; fakirlik, hastalık, batıl inançlar, cincilik, kumalık ve “siga” düzeni, ikiyüzlülük, mistik hayata ve inzivaya kaçış, hayal kırıklıkları, kadının mal muamelesi görmesi gibi, İran toplumunda kol gezen sorunlara ayna tutuyor. Mehmet Kanar’ın Farsça aslından çevirdiği Üç Damla Kan, Sâdık Hidâyet’i Kör Baykuş, Diri Gömülen ve Hacı Ag a gibi kitaplarıyla tanıyıp seven okurlara yalın bir dünya sunuyor.

Geleneksel Doğu toplumunun çelişkileri ve sorunları üstüne kurulmuş ama odağına bireyi alan öykülerden oluşuyor “Üç Damla Kan”: Şüphe ve güvensizlikle yüklü bir dünyada geçen, aşk ve tutkunun şiddet ve ölümle iç içe geçtiği öyküler.

“Lambanın acımasız ışığında, yanında oturan kadının göz kenarlarındaki kırışıklıkları görüyordu. Bunca sakınmadan sonra şimdi sarı ve ekşi bir şarapla, kaba saçlı, paçavraya dönmüş süslü bir kadın düşmüştü kısmetine. Ruhundaki bu değişiklik dolayısıyla kendini alçaltmak ve tüm acılarının sonucunu ayaklar altına almak, yok etmek istiyordu. Yüce fikirlerin doruğundan en karanlık zevklere atılmayı arzuluyordu. Elâlemin maskarası olmayı, herkesin ona gülmesini, delilikle kendine bir kaçış yolu bulmayı istiyordu.”
(Kitaptan)

Humâyûn kendi kendine mırıldanıyordu: "Doğru mu acaba!.. Mümkün mü acaba?.. O kadar genç yaşta, orada Şah Abdülazim mezarlığında3 binlerce ölünün arasında, nemli ve soğuk toprağın altında yatmış!.. Kefeni tenine yapışmış!.. Artık ne baharın gelişini görür, ne güzün sonunu, ne de bugünkü gibi boğucu ve gam dolu günleri!.. Acaba gözünün parlaklığı ve sesinin ahengi tamamen kaybolmuş mudur? Halbuki o ne kadar güleçti! Ne esprili sözler ediyordu!.." Hava kapalıydı. Camlar hafifçe buğulanmıştı. Çatıdan, üstü kar tutmuş komşu evi görülüyordu. Kar tanecikleri ağır ağır ve düzenli olarak havada dönüyor ve saçaklara konuyordu. Bacadan, gri gökyüzünde döne döne yükselip yavaş yavaş kaybolan koyu bir duman çıkıyordu. Humâyûn, genç karısı ve küçük kızı Homâ sade döşenmiş odalarında sobanın karşısına oturmuşlardı. Fakat her cuma günü bu odada gülüş ve sevinç hâkim olduğu halde, bugün hepsi üzgün ve suskundu. Hatta meclisi şenlendiren küçük kızları, bugün suratı asık bir halde taşbebeğini yanına koymuş...

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.