Tarçın Dükkânları

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Polonyalı yazar Bruno Schulz, 1942’de henüz elli yaşındayken, doğduğu Drohobycz kasabasının “Aryan” kısmına girme riskini göze aldığında –Yahudi oluşu sebebiyle– bir gestapo subayı tarafından sokakta vurularak yaşamını yitirdi.

Gerçeküstücü bir “optik”le kurgulanmış, kendi kökeninin izini sürerek Polonya’nın kasaba yaşantısından insanlığın evrensel hikâyesini damıtan, cansız nesneleri canlı varlıklara dönüştürebilme yeteneği ve olağandışı biçimde tarih tarafından lekelenmemiş dünyasıyla gerçekliği mitleştiren Schulz’un öyküleri büyülü gerçekçiliğin doruğu sayılabilir. Öyküleriyle oluşturduğu kozmosu bütünleyen büyüleyici çizimleriyle yirminci yüzyılın en parlak sanatçılarından Bruno Schulz pek çok yazara esin kaynağı olmuştur.

“Gerçeklik bir kâğıt kadar incedir ve yüzeyindeki bütün çatlaklarla taklit niteliğini ele verir.”

Schulz’un hayatını yaşamasına izin verilmiş olsaydı, bize hiç anlatılmamış hazineler armağan edebilirdi, ama kısacık hayatında yaptıkları, onu gelmiş geçmiş en dikkate değer yazarlardan biri kılmaya yeterli.
Isaac Bashevis Singer

Schulz’un öykülerinde sadece ailesinin, tanıdıklarının ve gerçek Drohobycz kasabasının portresini görenler yanılmaktadırlar: Onun kahramanlarının öyküleri mitsel öykülerdir, yani bütün insanların hayatları boyunca yürüdükleri yolun öyküsüdür.
Jerzy Jarzebski

Schulz’un iki ince kitabı şimdiye dek karşılaştığım en keskin iki balta. Bunları kullanarak kütüğü yarmanızı teşvik ediyorum.
Jonathan Safran Foer

Schulz’un düş gücü Modern Avrupa’nın en özgün olanlarından biri.
Cynthia Ozick

“Tarçın Dükkânları” (1934) ve “Kum Saati Burcundaki Sanatoryum” (1937) fantastik bir evren, bir ailenin kişisel mitolojisini yaratırken hayat dolu bir dille yazılmıştır ve öykülerin var olabileceği biricik boyut olan bu dil daima ana karakter rolündedir.
David Grossman, The New Yorker

Kentin o kederli griliği yeniden bizi her yandan kuşattı; gündoğumu karanlığının saldırısıyla, mantar gibi biten alacakaranlıkla birlikte pencerelerden içeri süzülüyor, sonra da uzun kış gecelerinin kaba tüylü kürküne dönüşüyordu. Eski günlerde mutlu bir yasaksızlık, çok renkli kuşların uçuşlarına açıklık katmış duvar kâğıtları, kenarlarından kıvrılıp sertleştiler; acı monologlarının tekdüzeliği içine hapsoldular. Avizeler karardı; kartlaşmış devedikenleri gibi soldular; artık üzgün üzgün, keyifsizce sarkıyorlardı; loş odalardan el yordamıyla geçen biri onlara dokununca kristal sallantıları yavaşça şıngırdıyordu. Adela bütün şamdanlara renkli mumlar koydu, ama boşunaydı bu; kısa zaman öncesine kadar bu asma bahçeleri canlandırmış olan o görkemli ışıkların silik bir kopyası olan bu mumlar, onların yerini doldurabileceğe benzemiyorlardı. Ah o ne cıvıltıydı! Ne hızlı, ne güzel uçuşlardı onlar; hava büyülü kart destelerine bölünür; gökmavisi, tavuskuşu mavisi, papağan yeşili, madensel parıltılar iri kar taneleri gibi yağar, havaya çizgiler, iri biçimler çizilir, uçuştan çok sonra bile o pırıltılı atmosferde asılı kalan renkli yelpazeler oluşurdu! Şimdi bile, griliğin derinliğinde o parlaklığın yankılarıyla anıları hâlâ saklı duruyorlardı, ama onları kimse yakalamıyor, o sıkıntılı havayı hiçbir klarnet sesi delmiyordu.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.