Psikanalitik Bir Estetik İçin

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Aphrodite’nin doğumundan beri, Güzellik Aşkla olduğu gibi hadım edilmeyle de ilişkilidir: Uranos Gaia’yı dölleyeceği sırada […] kesilen cinsel organının atıldığı denizden Aphrodite fışkırır!
Yalnızca bir tedavi yöntemi olarak değil bir düşünme, yorumlama yöntemi olarak da geçtiğimiz yüzyıla damgasını vuran psikanalizle yaratı arasında çokyönlü bir ilişki vardır. Freud’un kendisi de kimi sanat yapıtlarının ve sanatçıların psikanalitik çözümlemelerini yapmıştır.
Gagnebin ise yeni bir eleştiri yöntemi geliştirdiği bu incelemesinde yaygın olarak bilinen görsel sanatlar ürünlerinin, yaratıcılarıyla olan bağlarını büyük ölçüde kopararak onları psikanalizin ışığında yeniden okuyor, yaratıcıların değil de deyim yerindeyse yapıtların dinamiklerini çözümlüyor.

Önsöz

 

Esnek ve beyaz kayın ağaçlarının ekili olduğu bahçelerle çevrili, kızılımsı sakin bir sokak olan doğduğum sokağa yakın, az bilinen tarihi bir yapı var. Babam, oyunumuzun güneşte yürümekten ibaret olduğu ve beş yaşındaki bacaklarımın onunkilere oranla gölgede on adım geride olduğu zamanlarda, bu anıtı pazar sabahı gezintilerimizin hedefi olarak belirleyip, beni oraya erken yaşta alıştırdı. Oyun ciddiydi ve kalbim küt küt atıyordu. Güneşi takmamak konusunda becerikli bulutların asfalttaki hareketli, düzensiz ve karşı konulmaz şekillerine kilitleniyordum. Dağınık veya keskin siyah çizgiler beni bundan çok titretemezdi. Sadece ikimiz gitmezdik. Babam, oraya, şehrini tanımak isteyen yabancıları da götürürdü. Başta, o zamanlar şarkı söyleyen annemin tiz ve çınlayan sesi olmak üzere, yetişkinlerin konuşma uğultularını duyardım. “Aşırılık kalıntıları”, “feci hata”, “Protestan çilesi” gibi şeylerden bahsedilirdi. Kelimeler karışık, zor ve trenimin vagonları gibi birbirine bağlıydı. Kelimeleri, bazen vagonların yerlerini değiştirerek, bazen de normal sırasıyla tekrar ederdim kendi kendime ki, bir sonraki pazar daha büyük adımlar atmama yardımı dokunabilecek sihirli cümleler çıksın! Başvurulan, uzman bir tarihçi olan babamın gizli formüller ileten parlak ve muzip bakışı, bana göre, karmaşıklık ve neşenin, tek ve aynı şey olduğunun kanıtıydı. Eğitim sürecimde felsefeyi seçtim. Bir gün, tam olarak sekiz yaşındayken, babam Rus meslektaşlarına Cenevre’yi gezdiriyordu ve yokuşlu yolun sonuna, meşhur yapıtın oraya varmıştık. Aniden sözlerin anlamını kavradım. Yapıt önemli, şanlı bir olayın değil basbayağı bir halkın hatasının anıtıydı. “Bakın: Ne muhteşem!” değil “Bakın: Bir daha asla ne yapılmamalı” anlamına geliyordu! Odun yığınında canlı canlı yakılmış olan Michel Servet’nin hikâyesinden dem vuruluyor, ben de geçmişte, fikir ve inançlar uğruna birbirinden nefret edip öldürebilen Protestan ve Katoliklerin var olmuş olduğunu öğreniyordum. Babam değerlerden, ideallerden söz ediyor, sayılar, tarihler veriyordu. Büyük gri taşın üstüne kazılı karakterler bana sayılarını ulaştırdıkları anda, gözümün önünde alevlerin saldırısına uğruyorlardı. Simsiyah devasa bir şeklin, bir adamın, sarı-kızıl bir korda çarpılıp çöktüğünü görüyor, tırnaklarımı avuçlarıma gömüyor ve böylece görme ve bilme hissini, sonsuza kadar yerleştiriyordum benliğime.
O zamandan beri, benim için görmek ve görmeyi bilmek, öncelikle, anlaşmazlık, körlük ve pişmanlıkla damgalanmış ancak tumturaklı bu hatıra anıtla bağlantılıdır! Anıtın simgelediği, baskılananın dönüşünün hayranlık verici kanıtını çok zaman sonra saptadım!

 

Akağaç ve gürgenlerin siyah bıçaklarının soyduğu gökyüzüne yerleştirilmiş, üstü kazınmış basit bir taş, gri granitten minimalist bir anıt. Benim için, ikonik düzene anlatımı sokan, rengi, nüans sağlayan bir ayırt edici, rengi, yargının, yazının sınırlarını bozan, hayatın özünü, şeylerin derisini, geri gelen umudu ortaya çıkaran bir unsur olarak ebediyen var eden, bu anıttır.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.