Örümcek Ağı

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Wilbur: Küçük ve saf bir domuz yavrusu.

Charlotte: Gözü pek ve acımasız görünüşünün altında sıcacık yürekli bir örümcek.
Örümcek Ağı: Birbirlerine sonuna kadar sadık ve sevgi dolu bu ikilinin muhteşem dostluğunun hikâyesi.
E.B. White, Wilbur ve Charlotte’la beraber çiftlik hayatının büyülü atmosferine çağırıyor sizleri.

Kahvaltı Öncesi

Fern, annesiyle birlikte kahvaltı sofrasını hazırlarken, “Babam elinde balta ile nereye gidiyor?” diye sordu.
Annesi, “Domuz ahırına gidiyor” dedi. “Dün gece birkaç yavru dünyaya gelmiş.”
Henüz sekiz yaşındaki Fern, “İyi ama, elindeki baltayı ne yapacak?” diye sürdürdü sorusunu.
“Yavrulardan biri bodur doğmuş. Çok küçük ve zayıf. Hiçbir zaman doğru dürüst bir şey olmaz ondan. Baban da onu halletmeye karar verdi?”
“Halletmek mi?” diye feryadı bastı Fern. “Yani öldürecek mi? Ötekilerden daha küçük doğdu diye mi öldürecek?”
Bayan Arable elindeki krema dolu sürahiyi masanın üstüne koydu. “Bağırma, Fern!” dedi. “Baban doğru olanı yapıyor. Bu yavru nasıl olsa yaşamaz zaten.”
Fern önüne çıkan sandalyeyi itti ve dışarı fırladı. Çimenler nemliydi, toprak bahar kokuyordu. Fern babasına yetiştiğinde, lastik ayakkabıları sırılsıklam olmuştu.
“Onu öldürme, lütfen öldürme!” diye hıçkırdı. “Haksızlık bu.”
Bay Arable durdu.
Yumuşak bir sesle, “Fern” dedi, “kendini kontrol etmeyi öğrenmelisin.”
Küçük kız çığlık çığlığa “Kendimi kontrol etmek mi?” diye sordu. “ortada bir ölüm kalım sorunu varken, sen kendimi kontrol etmekten söz ediyorsun!” Gözyaşları yanaklarını ıslatmıştı. Babasının elinden baltayı almaya çalıştı.
Bay Arable, “Fern” dedi, “ben bir batında doğan yavruları büyütme işini senden iyi bilirim. Bu çelimsiz yavruyu büyütmek kolay değil, çileli bir iş. Şimdi git bakalım!
“Ama haksızlık bu” diye bağırdı Fern. “Küçük doğmuş olması onun suçu değil ki! Ben çok küçük doğsam beni de öldürecek miydiniz?”
Bay Arable gülümsedi. Sevgi dolu bakışları kızının yüzünde gezindi. “Elbette hayır. Ama bu iş başka. Küçük bir kızla, küçük bodur bir domuz aynı şey mi?”

Fern, “Bence hiç farkı yok” dedi. Babasının elindeki baltayı hâlâ çekiştiriyordu. “Bu benim duyduğum en korkunç haksızlık!”
Bay Arable’ın yüzüne garip bir ifade geldi. Neredeyse o da ağlayacakmış gibiydi.
“Peki” dedi, “Sen eve dön, ben de gelirken bodur yavruyu getireyim. Onu biberonla beslemene izin vereceğim, tıpkı bir bebek gibi. Sen de bir domuz yavrusuna bakmanın hiç de kolay iş olmadığını göreceksin.”

Bay Arable yarım saat sonra eve geldiğinde koltuğunda mukavva bir kutu vardı. Fern üst katta ıslak lastik ayakkabılarını değiştiriyordu. Kahvaltı sofrası hazırlanmıştı. Nemli sıva kokusu, sobadan gelen odun kokusu, buram buram tüten kahve kokusu, mis gibi pastırma kokusu birbirine karışmış, evin içine yayılmıştı.
“Kutuyu kızın sandalyesine koy” dedi Bayan Arable. Bay Arable mukavva kutuyu Fern’in sandalyesine koydu. Sonra da lavaboya gitti, ellerini yıkadı, rulo havluyla kuruladı.

Fern yavaş yavaş merdivenlerden indi. Ağlamaktan gözleri kızarmıştı. İskemleye yaklaşırken mukavva kutu kımıldadı, sonra da bir tırmalama sesi duyuldu. Fern babasına baktı, sonra mukavva kutuyu kucakladı. İçinde Fern’e bakan yeni doğmuş domuz yavrusu vardı. Bembeyaz bir yavru. Sabah güneşi kulaklarına vurmuş, onları pembeye boyamıştı.

“O senin” dedi Bay Arable. “Az daha vakitsiz ölecekti. Onu sen kurtardın. Yüce Tanrı yaptığım bu aptallığı bağışlasın.”
Fern gözlerini minicik yavrudan alamıyordu. “Ah” diye fısıldadı, “Ah, şuna bakın hele! Ne mükemmel şey.”

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.