Kunday - Gölgeler Çağı

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Kunday’ın olağanüstü güçleri Anadolu’yu büyük bir beladan kurtarabilecek midir?

Ölümsüzlük suyunu bulan Hızır, ölüm ve yoksulluk getiren Moğolları durdurmak için harekete geçer. Onları Anadolu’ya taşıyan bir düşman vardır: Abala.

Hızır, çocuk şaman Kunday’ın olağanüstü gücünü fark ettiği zaman, onun sayesinde Anadolu büyük bir beladan kurtulabilecek midir?

Yemek bilgesi Banı Gül, söz lokması yemeden konuşamayan Umay, yakışıklı aşçı Baybüre, atını koynunda gezdiren ve her bastığı yerden yemyeşil otlar fışkıran Hızır, tutsak kız Ayaşan, kara şaman Abala ve gölgeleriyle büyüleyici görünen Kunday, bugüne kadar anlatılmamış bir Anadolu masalının kapısını hep birlikte aralıyorlar.

Gürsel Korat, “Kunday - Gölgeler Çağı” kitabıyla edebiyatımıza unutulmayacak, nefes kesen, yepyeni bir çocuk kahraman hediye ediyor. Kitaba, Aysu Koçak’ın resimleri eşlik ediyor.

Kovalamaca

Üç gündür peşimizdeler. Arabamız çıldırmış gibi dağ tepe aşıyor, bazen oklar saplanıyor sağımıza solumuza. Atlar terden köpükleniyor. Arabacı yorgunluktan bütün bu olup biteni rüya sanıyor.

Arabada ben, ablam Banı Gül ve Umay’ın dışında beş de hizmetçi kız var. Arabacı ve kervanağası da önde oturuyorlar. Bir de küçük askerî birliğimiz olduğunu unutmayalım. On kadar asker bizi koruyor. İşte bu hantal arabayı ve bir avuç askeri yüzlerce savaşçı kovalıyor. Fakat yakalayamıyorlar bizi. Bu tuhaf görünebilir.

“Yalan” demek de olası. Ama durumun bir açıklaması olduğu, sanırım aklınıza gelmiştir.

Vezirin askerleri peşimizde. Bakın bu olacak şey değil işte. Selçuklu’ya yardım için yola çıkan bize, Selçuklu askerleri saldırdı! Kara Şaman Abala’nın işi bu. Açıkça belli. Demek ki Vezir’i kendine inandırmış. Niyeti ablam Banı Gül’ü ve Umay’ı yakalamak. Yaşım küçük olduğu için beni yakalanmak istenen kişiler arasında saymıyorlar, buna bozuluyorum biraz.

Korkumuz yok. Ablamı kim korkutabilir? Hele biliciler sultanı Umay’ı? Şüphesiz, hizmetkâr kızlar çok korkuyor, “Bizi öldürecekler” diyerek ağlaşıyorlar. Ama ablam Banı Gül, “Yağma yok!” diyor. “Ben var oldukça kimse bizi öldüremez.”

O Banı Gül ki, zümrüt bakışlarıyla insanın yüzüne bir bakmayagörsün, olmadık sesler işitirsin. Dediklerine göre, koca adamlar o bakışları görünce bastıkları yeri şaşırırmış. Şaşıracaklar tabii! Kolay mı Hazar Sultanı Bayrek’in kızına bakmak! Altın saçlı annem Urumday ona, “Gözlerin ne çok şey anlatıyor kızım,” derdi, “konuşmasan da oluyor, ben seni işitiyorum!”

Annemin ne demek istediğini hiç anlamazdım. Tabii yakın zamana dek. Şimdi anlıyorum. Banı Gül, şöyle bir bakıyor, ne dediğini söylemesine gerek kalmıyor. Bazen önüme bir yiyecek koyuyor, daha ilk lokmada bir ses geliyor kulağıma. Yaptığı yemek ses veriyor.

Bunları benim gibi on üç yaşında bir delikanlı söyleyince inanmak zor gelebilir. “İşte,” diyorsunuz belki de, “palavracının biri daha geldi. Hem korkmadığını söylüyor hem de üç gündür atların durmadan koştuğunu. Bakalım daha ne yalanlar söyleyecek bize! Hem neden delikanlı oluyor ki, düpedüz çocuk bu.”

Peki öyle olsun. Çocuğum ben. Kabul ediyorum. Zaten sesim de ergence bir kabalığa ulaşmadı. Bazen kalın çıkıyor ama genelde ince. Çocukluktan çıkmakta kararsız olabilirim. Adımı merak ettiğinizi de biliyorum. Pek sıkıcı! Doğrusu kim, adını söyleyerek bilmediği insanların önünde kendini tanıtmaktan zevk alır?

Sıkılarak da olsa söyleyeyim: Adım Kunday. On üç yaşındayım. Hazar Sultanı Bayrek’in oğluyum. Annem Urumday. Kafam bir ayvanın ters çevrilmiş şekline benzediği için beni hep gülerek, biraz da acır gibi seven Banı Gül de ablamdır. Babam, “Benim de kafam seninki gibiydi” der ama benim bir şikâyetim yok. Hem bana kalırsa babamın kafası yalnızca küçükken değil şimdi de benimki gibi. Güzel yani.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.