Kıyıda

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Doğan Yarıcı’nın aidiyet, kimlik, öteki ve yuva sorununu etkileyici ve özgün bir dille anlattığı yeni kitabı: Kıyıda. Kestanelerin, akasyaların, direklerin, adamların, polislerin, yağ ve yosun kokularının, pasların, oltaların, çekiçlerin, çivilerin, garsonların, motor seslerinin, martıların, tezgâhların, minibüslerin, gri suların, alçak pencerelerin, yüksek duvarların, ışık havuzu kubbelerin, rengârenk balonların, bahçelerin, rüzgârın, karın, ateşin, kedilerin, asker tüfeklerinin, çuvalların, bavulların, yarasaların, sinemaların, kahvelerin, düdük seslerinin, mezar taşlarının, gözleri kısık evlerin, kadife tozların, hortumların, fidanlıkların, vapurların, vitrin camlarının, turşu kavanozlarının, karasineklerin, kaplumbağaların, limon sandıklarının, meydanların, kristal avizelerin, sütbeyazı tenlerin, hastane odalarının, gelinciklerin, morsalkımların, al güllü mor menekşeli entarilerin, kıpır kıpır madalyaların, kan kokusunun dilinden bir kaçış ve arayış hikâyesi.

1

...doğuya baktığında batıyı görebilirsin.


Yön duygusunu yitirmiş, şaşkın, bahçede bir çıkış yolu arıyor, caddeye ulaşmaya çalışıyordu. Başıboş şimşirlerin taştığı, ayrıkotlarının yutmaya çalıştığı, nereye gittiğini çoktan unutmuş bahçe yolunu buldu. Ancak, izlemedi; yolun çaprazında, kafasını kaldırdığında yukarıda yükselir gördüğü koruluğun pusulasında göz kararı ilerledi.
Bahçeye uzun süredir insan eli değmediği belliydi. Yılışık komşugezenler, sırıtık pusubilmezler, yapraklarını bileklerinden kibarca aşağı doğru kırmış fettan bakışlı çıksalınlar okşanmayışlarını, sevgi sözcükleri işitmeyişlerini önceleri yadırgamış, yabanıl çiçeklerle, arsız sarmaşıklarla bir süre itişmiş ve sonunda bu sarılgan yaratıklarla yüz göz olup karışmış, sarmalanmış, ortak bir kaderi paylaşmak zorunda kalmıştı.
Bir an duraladı. Ter içinde kalmıştı. Soluklandı. Bahçeye şöyle bir bakınca tenekeli mahalleyi anımsadı; okul yolunda önünden korkuyla geçtiği, bir türlü doyasıya gözleyemediği o garip mahalleyi. Tahta, teneke ve plastikten oluşmuş kondu evlerin alnacını çalışkan, görülmemiş güzellikte sarmaşıklar kaplamıştı. Sanki bütün bu atık ve soysuz gereçleri bir arada tutan, konduların ayakta durmasını sağlayan, yorgun ve açıkgöz insanlarını sevecenlikle kucaklayan o güzelim sarmaşıklardı.
Böyle düşününce, tenekeli mahalleyle, bu, içinde bir hırsız gibi, telaşla, yüreği ağzında dolandığı bakımsız bahçe arasında hiçbir benzerlik bulamadı.
Birkaç adım atıp kafasını kaldırdı. Burası doğal bir korunaktı. Bakımsız ağaçlar gökyüzünü, ev kıyıyı, duvar yolu saklıyordu.
Tökezledi. Tutundu. Aradığı duvar yosun tutmuş alnı, yapraklar oynaştıkça ışıldayan, ağızları kırılmış şişe dikitlerinden rengârenk tacıyla karşısında duruyordu.
Elinin ayasındaki kesiği, kesiğin tozlanmış, kurumuş, kabuklaşmış kanını ayrımsadı. Bakındı, düşünür gibi yaptı. Esmer ceketini çıkardı, tacı örttü. Duvara yaslanmış, bahçeden dışarı sarkmış yaralı kiraz ağacına zorlanmadan tırmandı. En uzun dala sarıldı, kaydı, ceketini kaptığı gibi caddeye atladı.
İki yanı ağaçlıklı, akasya ve çınar galiba, gölgelik, güneş öğlen gelir buraya, dar, ince, kırılgan cadde geceki gibi ürkütücü değildi. Doğruydu; caddenin karşı yamacında seyrek başlayan, tepeye doğru sıklaşan kestane ve çam ağaçlarıyla bezeli bir koruluk vardı. Koruluğun kuşları, ışık huzmeleri, herhalde sırları, geçmişi, bir sahibi, özlediği, kuyusu, mezar taşları vardı.
Yol tenhaydı. Kestiremedi bu tür bir yolun insana neler edeceğini, nerelere götüreceğini. İki ucu da keskin dönemeçlerle siliniyordu. Üstüne başına yapışıp kalan domates, biber kurusu, fındık tanelerini temizleyerek gece geldiği yönde, ikircikli yürümeye başladı.
Yürüdükçe yürüdükçe rahatlamak, yola güvenmek istiyor, bu yolun onu gitmesi gereken yere götüreceğini, ona eşlik edeceğini duyumsuyordu.
Yol, uzadıkça, kendini bana bırak, diyordu; çaresiz yolcusunu sakinleştiren, her adımında başka bir özelliğiyle oyalayan, aralarda ulaşacağı yere ilişkin ipuçları verip meraklandıran bir yoldu. Her düşenin belki bu şehirde değil, ancak başka bir yerde mutlaka gördüğü, yürüdüğü, yürürken anımsayamadığı yoluydu bu.
Bir gözü denize, bir gözü koruluğa bakıyordu yolun. Koru kendini gizlemiyor, deniz esirgiyordu. Duvarlar; karınlarında işlemeli paslı kapılar, göğüslerinde dikkat köpek var tabelaları, yüksek, aksak, kaynaşık bahçe duvarları yol kenarında boylu boyunca uzanmış, gelen geçeni kaygısızca izliyordu.
Yüreği yatıştı, yola alıştı; yolun kıvrımlarına, eğimine kendini bıraktı. Gide gide yol açıldı, yayıldı, küçük bir meydanı içine aldı.
Bir berberin, pastane, gazeteci, tuhafiyeci, saatçi, kasap ve balıkçı kahvesinin çevrelediği meydan, yüzünü iskeleye dönmüş, şehir hatları vapurunun gelişine bakıyordu.
Burada her şey vardı; bir aradaydı. ?urada tıraş olursun; yandan ayçöreğini alır, kahvede çayını yudumlar, vapuru beklersin; büfedeki el her gün sormadan sigaranı uzatır; işkilli manav akşam görüşürüz gibilerden gülümser; işsiz kasap şeyini tartar...
Köprü’de gördüğü kahverengili, grili, abanoz siyahı itiş kakış insanların bazıları demek burada yaşıyordu. Burada farklıydılar. Sakin, uykuları açılmış, birbirlerine değmeden, gülümseyerek, tanıdık gözlerle bakarak iskeleye iniyor, turnikenin önünde sıra oluyor, kararmış jetonlarını parmaklarında sakin sakin döndürüyorlardı.
Kuytuda çömeldi. Çakmağının son gücüyle bir sigara yaktı. Sürtünmekten parlak, sürtmekten bıkkın, yanardöner çelik kollara daldı...
Sırası gelen jetonunu atıp geçiyor, orasıyla burasıyla itelediği turnike daha turunu tamamlamadan bir diğeri jetonu atıp geçiyor, onun ardındaki de jetonu atıp geçerken... jeton tur jeton tur... turnike hiç durmuyordu.
Üzerinde adyömerside evlenmek isteyen otobüs biletinden başka para edecek hiçbir şey yoktu. Karşıya geçtiğinde, ki nasıl bineceğini, nereye gideceğini bilemediği bir vapurdu bu, yalnızca otobüse binme şansı kalıyordu istediği yere ulaşmak için bu biletle. Vapurun vardığı kıyıdaki otobüslerin kırmızı yazılarını okuyacak, ismi bulunca atlayacaktı içine. Aktarmalı gidemezdi tek biletle. Onu da verip jeton alırsa?
Aklına geleni de yapabilirdi. Kuyruğa girer, önündekinin döndürdüğü turnikeye turunu tamamlamadan ilişir, jetonsuz geçebilirdi öte yakaya. Bir eliyle de jeton atıyormuş gibi yapardı.
Doğruldu.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.