- A-Z
- KONU DİZİNİ
- Cogito
- Çizgi Roman
- Delta
- Doğan Kardeş
- Ansiklopedi
- Bilim
- Çocuk Çizgi Roman
- Deneme
- Destan
- Dünya Klasikleri
- Efsane
- Eğitim
- Etkinlik
- Gençlik
- Gezi
- Hikâye-Öykü
- İlkgençlik
- Klasik Dünya Masalları
- Masal
- Mitoloji
- Modern Dünya Klasikleri
- Okul Çağı
- Okul Öncesi
- Oyun
- Resimli Öykü
- Resimli Roman
- Resimli ve Sesli
- Roman
- Romandan Seçmeler
- Röportaj
- Seçme Denemeler
- Seçme Öyküler
- Seçme Parçalar
- Seçme Röportajlar
- Seçme Şiirler
- Seçme Yazılar
- Şiir
- Edebiyat
- Anı
- Anlatı
- Biyografi
- Deneme
- Derleme
- Eleştiri
- Gezi
- Günce
- İnceleme
- Libretto
- Mektup
- Mitoloji
- Modern Klasikler
- Otobiyografi
- Oyun
- Öykü
- Polisiye-Gerilim
- Roman
- Senaryo
- Söyleşi
- Yaşantı
- Yazılar
- Genel Kültür
- Halk Edebiyatı
- Masal
- Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar
- Koleksiyon Kitapları
- Lezzet Kitapları
- Özel Dizi
- Sanat
- Kare Sanat
- Sergi Kitapları
- Şiir
- Türk Şiir
- Tarih
- XXI. Yüzyıl Kitapları
- Sosyoloji - Sağlık
- TEKRAR BASIMLAR
- YENİ ÇIKANLAR
- ÇOK SATANLAR
Hidayetnâme
-
Kategori:
Edebiyat / Modern Klasikler -
Yazar:
Sâdık Hidâyet -
Çeviren:
Mehmet Kanar -
Hazırlayan:
Mehmet Kanar -
ISBN:
978-975-08-1025-2 -
Sayfa Sayısı:
200 -
Ölçü:
13.5 x 21 cm -
YKY'de İlk Baskı Tarihi:
Kasım 2005 -
Tekrar Baskı Sayısı / Tarihi:
5. Baskı / Nisan 2021
İran gibi hem bize çok yakın hem de çok uzak bir ülkeden çıktığı yetmiyormuş gibi yaşamı ve yapıtlarıyla da çok ötemizde yer alan Sadık Hidayet’ten bir kitap daha. Sadık Hidayet’in Türkçe’deki serüveni öykü, deneme, oyun, gezi yazısı, folklor incelemesi gibi değişik alanlarda yazdıklarından ve mektuplarından tipik örnekler içeren Hidayetname’yle sürüyor.
Edebiyat Kafka için sanatsal bir şey değildir. Görevinin ve yaptığı işin önemi ile değerinin bilincindedir. Yapıtlarında sanat yapma, tumturaklı cümleler kurma kaygısı görülmez. Hatta övünme isteği bile yoktur. “Edebiyatla ilgisi olmayan şeylerden nefret ediyorum. Edebî meselelerle ilgili olsa bile konuşmaktan yoruluyorum. Öldürücü ziyaretlerden kaçıyorum. Üstelik konuşmalar önemini, ciddiliğini ve gerçeğini düşündüğüm şeylerden mahrum ediyor beni.” Kafka’nın arayışı içinde olduğu gerçekte her şey açık ve şeffaftır; eşyanın gölgesinde gizlenemez; apaçık gerçek karşısında omuz silkmek mümkün değildir. Bir başka yerde: “Bizim sanatımız gerçeğin önünde cesaret göstermektir. Geri geri giden ekşi suratın önündeki aydınlık gerçeğin ta kendisidir.” Kafka’nın düşünceleri, kişisel deneyimlerle doğmuştur. Sanatı içinden gelen bir gereksinimden ve yaşamından ortaya çıkmıştır. Süsten uzak, sade ve biraz da üstü kapalı kinayelerle rengi uçuk dili, okuyucuyu sadece konuya yönlendiren en iyi roman üslubu sayılmaktadır. “Çin Seddi” öyküsünde olduğu gibi sade üslubu, ayrıntılara dikkat etmesi ve alaycı tavrı gerçek anlamda güzelliğe ve yalınlığa ulaşmaktadır. Kafka imalı ifade tarzını kullanan en yetenekli yazarlardan biridir. Gerçekçilikte o denli ileri gitmiştir ki yaşamın sıradan olayları abartılı görünür. Olayların gelişmesi, soğuk ve haşin ele alınış tarzı okuyucuyu kesin etki altında bırakır. Tanıttığı kişiler, anlattığı olaylar başka bir şekilde olamaz, bunlara bir şey eklenemez, bunlardan bir şey eksiltilemez gibi gelir insana. Gelişmeler birbiriyle bağlantılı değildir; bunların nedenlerini açıklamaz. İşte bunlar Kafka’nın özelliklerindendir. Görünüşte geleneksel edebî metoda aykırı bir yol izlerken mizahı en acıklı konularla karıştırır ve zaman olur, dünya ve fizikötesi ile ilgili problemler birleşiverir. Teşbih ve kinaye değil; tüm varlığımızla hissettiğimiz, kendimizi yepyeni ve alışılmadık meseleler karşısında bulduğumuz insan gerçeğidir söz konusu olan. Romanlarının giriş kısmı orijinaldir. Sahne yaratmadan, gevezelik etmeden okuyucuyu bir cümleyle konunun ortasına atar. (...) İKİNCİ PERDE Sâsânî mimarisi tarzında küçük bir oda. İki kandil yanmaktadır. Odanın sarıya çalan gri duvarlarında desenli bir kuşak vardır. Oda kapısının önünde kenarları sırma işlemeli ipekten bir perde asılıdır. Çiçek desenleriyle çevrili perdenin ortasında hayali ata binmiş genç bir padişah resmi görülmektedir. Bu binitin gövdesi aslan, başı akbaba, kulağı at kulağı gibidir ve iki büyük kanadı vardır. Ayağının dibinde bir arslan yatmaktadır. Padişah başka bir arslanla boğuşurken üstünden bir ceylan geçmektedir.13 Sol tarafta kapalı büyük bir pencere; odanın ortasında, yerde küçük bir ipek halı, solda oymalı bir ağaç karyola vardır. Saçları dağılmış, yüzünün rengi solmuş yaşlı Ressam yatağa uzanmış, öksürmektedir. Önünde yere, tepsi içinde kalem işi iki gümüş kadeh konulmuştur. Yatağın kenarında oturan Pervin’in yüzü kireç gibidir. Kandilin ışığında bir defterin sayfalarını çevirir ve babasının çizdiği şekillere rasgele bakar. Rüzgâr uğultusu ve uzaklardan gök gürültüsü duyulur. İhtiyar yatağında döndükten sonra gözlerini açar. Kısık bir sesle: 1 Ressam — (Öksürür. Kendi kendine) Ah, dündü... dün... Araplar üşüştüler... Öldürdüler... götürdüler.... yaktılar. Hiç duymuyorum!.... Keşmekeş devam ediyor mu acaba? Feryatlar uzaklaşıyor... Suskunluk... Düş mü görüyorum ne?.. Kim arıyor beni?... Yer, gök gürlüyor... Devler, yırtıcı hayvanlar zincirlerini kırmış... Tüm kahredici güçler İran’ın karanlık yazgısına ağlıyor... Bahtı kara ülke Ehrimenlerin, hayvanların ayakları altında çiğnendi... Yeryüzünün tüm özgür insanları hayır... artık seni Arap batağından kurtaramaz. Zalimler sırtından vurmuşlar... İran can çekişiyor... Yavaş yavaş boğuluyor... Boynundaki ip sıkıyor boğazını. (Ellerini çıkarır; birinin boğazını sıkıyormuş gibi birbirine kenetler.) Kız kitabı yere bırakır. İlaç kaşığını alıp babasına ilaç içirir. İhtiyar dikkatle bakar ona, öksürür... Ressam — (Kesik kesik konuşur) Sen burdasın... haaa... Acaba Perviz... bizi aramadı mı?.. Ben yaşlıyım... Güçsüzüm... Bir ayağım çukurda... Perviz’i görmek isterdim... Seni ancak ona teslim edebilirim... Huzur... huzur içinde can veririm o zaman... Söyle, Perviz gelmedi mi?... Neden şaşırdın kaldın?.. Tatsız bir şey mi oldu yoksa? Pervin — Neden soruyorsun bana? Sen bilmiyor musun? Bu boğucu havada yaşayamam. Çıldırmak üzereyim. Ressam — (Zorlukla başını kaldırır) Korkma kızım. İmdadımıza koşacak biri çıkmayacak mı? Bir yol daha var... Korkma... Ahuramazda ölmedi... Dayandığımız, sığındığımız o. Evet, bir yol daha kaldı... Perviz’le birlikte Hindistan’a kaçın... Ben gelemem.... (Öksürür) Ölmek üzereyim... Siz gidin... Uzaklaşın. Sizin mutluluğunuzla ruhum şad olacak... Şimdi tüm İran bu hunhar Arapların eline geçti... Atalarınızın yurduna veda edip... gidin.... Bahtınızın yıldızı tekrar yükselene kadar.... Ne olacağını kim bilir? İhtiyar yatağa düşer. Bir süre sessiz kalır. Ressam — (Kendi kendine) Ülkemize küfredildi. Ayaklar altında çiğnendi... Yurdun bu köşesinde dünyaya geldik biz... Atalarımızın yattığı yerler... Çocuklarımız bir gün gelecek; gülecekler burada... Kuş sesleri ile cıvıl cıvıl gür ormanlar var... Güneşin altın rengi ışıkları altında çiçekten dalları eğilmiş ağaçlar var... Yemyeşil kırlar, zincifre tepeler... Kuşların uçuştuğu masmavi gökyüzü... Yollardaki bembeyaz tozlar... Gelip geçen bulutlar... Yemyeşil kırlar... kırmızı güller... dallarda inleyen bülbüller... usul usul yayılan inekler.... ekip biçen mavi, uzun gömlekli çiftçiler... ağustos böceklerinin sesleri... cana can katan sabah meltemi... kervanın tekdüze çan sesi... Vatan denilen şey ruhumuzun aşina olduğu çiçek, bitki, canlılar, her şey. Onların ataları da bizim atalarımızla yaşamış ve onları da bizler gibi bu toprağa, bu suya bağlıyor... Bizim zehirli hayatımızı çekici kılan da bu göz alıcı şeyler zaten... Yazık ki hepsi ayak altında kaldı, çiğnendi, mahvoldu gitti!... Cennetin bile kıskandığı bu güzel ülkenin tüm bağları bahçeleri, tarlaları viraneye döndü, baykuşlara mekân oldu! Zulme uğramadık yer kalmadı... İran, yeryüzünün şu cenneti Müslümanların hazırladığı korkunç bir mezarlık haline geldi... Vatan... Vatanımız, yurdumuz. (Kısa bir sessizlik) Pervin — Babacığım, kendi kendine neler konuşuyorsun öyle? Ressam — Hiç!... Bilmem... Şu yastığı yükselt biraz. Pervin yastığı kaldırır. İhtiyar sırtını dayar. Pervin — Böyle iyi mi? Ressam — Evet. (Öksürür. Portreye dikkatle bakar) Bak; resimdeki ceylanlar İranlılardır... Arslanlarla, yırtıcı hayvanlarla boğuşan genç padişah onlara yenilir. Başları ezilen bu canavarlar ceylana saldırdılar. Mahvettiler bizi... Ah, düş görüyorum galiba. Otağlar, saraylar, bahçeler, hepsi tıynetsiz Arapların eline geçti... Mahvettiler bizi... (Şaşkın şaşkın) Daha ne istiyorlar?... Ah, ne uzun geceler!... Suskunlukları çok derin... Korkunç devlerin karşısında artık sırtım yatak yüzü göremez... Saray kubbeleri göğsümü sıkıştırıyor. Gökyüzü omuzlarımı eziyor... Savaşçıların çığlıkları geliyor kulağıma hâlâ... At kişnemeleri, kılıç şakırtıları savaş borusunun kükreyişiyle karışıyor birbirine... Artık hiç... sessizlik... gök gürültüsü... karanlık... bu karanlık yurdumuzun can çekiştiğini gösteriyor. Atalarımızın hatırası dağılıyor... Ehrimenlerin eliyle... devlerin, yırtıcıların dişleriyle. Atalarımız yas tutmuş, bize bakıyorlar! Uyuyayım... masum uyku! Acı bir düğümle bizi ölüme aşina kılan uyku, solgun ruhların ilacıdır. Pervin — (Odada yürürken ellerini sallar) Zavallı, zavallı! Söyledikleri hezeyan. (Babasının yanına gider, yatağın kenarına oturur.) Babacığım, yanında kalacağım. Bu gece buradayım; uykum yok. Yanından ayrılmam. Ressam — Nasıl da titriyorsun!... Hastalandın galiba. Pervin — Kulaklarım ağırlaştı; kafamın içi bomboş sanki. Ressam — Git, rahat rahat uyu. Ama Perviz’in gelip gelmediğini öğrenmek istiyorum. Yeni bir haber var mı acaba? Söyle çabuk. Pervin — (Elini alnına dayar. Düşünceli) Hayır gelmedi; gelmeyecek de. Öldürülmüş... Ölmüş... Evet, rüyasını gördüm... Dün gece rüyamda gördüm. Aya bakıyordum. Derken duman arkasında kaldı. Perviz beyaz giysiler içinde, saçları dağılmış, bana bakıyordu. Parmağıyla belindeki hançeri gösterdi bana. Uykudan sıçradım hemen. Bir daha da uyuyamadım. Öldü o... Ressam — (Elini uzatıp kızının saçlarını okşar.) Ne kadar çabuk inanıyorsun! Neden inanıyorsun bu saçmalıklara, aldatmacalara? Askerlerimiz henüz savaşıyor. Savaş bittiği zaman gelecek... Ne yapıp edip göndereceğim seni... Git, git haydi; rahat rahat uyu... Ne berbat bir hava!... Göğsüm çok ağrıyor... (Öksürür.) Bu gece benim yanımda kalmamalısın. Buranın havası zehirli; git yat sen. Islık sesi gelir. Rüzgâr şiddetini artırır. Uzaktan gürültü ve kavga sesleri duyulmaktadır. Babayla kız şaşkın şaşkın birbirlerine bakarlar. Kız kalkıp kapıya kulağını dayar, sonra geri döner. Pervin — Raşno havlıyor. Birkaç kişi bağırıp çağırışıyor; ne oldu acaba?... Ressam — Ahura imdadımıza yetişsin; yine n’oldu acaba?... Kendi evimizde de rahat edemeyecek miyiz acaba?