Geyikler, Annem ve Almanya

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Derin duyarlığı ve inceliklerle dolu anlatımıyla ilgi çeken Nursel Duruel, “Geyikler, Annem ve Almanya” ile edebiyatımıza şiirsel tatlar getirmiş, sanat gücü yüksek bir yazarla karşı karşıya olduğumuzu göstermiştir.

“Geyikler, Annem ve Almanya” 1982’de çıktığında büyük bir ses getirmişti. Henüz dosya halindeyken Akademi Kitabevi Öykü Ödülü’nü almış, yayımlandıktan sonra Sait Faik Hikâye Armağanı’na değer görülmüştü. Daha sonra kitaba adını veren öykü filme çekilmiş, 2005’te “İmge Öyküler” dergisinin yazarlar arasında düzenlediği “1980’den günümüze en beğenilen on öykü” soruşturmasında ilk sırayı almıştı.

Nursel Duruel’in çağdaş öykücülüğümüze kattığı unutulmaz bir başyapıt “Geyikler, Annem ve Almanya”.

 “Öykücülüğümüzün sessiz ve derinden kaynayan, ama bir o kadar güçlü ve sağlam akan bir ırmağı sayıyorum bu yazarı. Titiz, ince eleyip sık dokuyan, ayrıntılara yaşarlık kazandıran bir öykücü ile karşı karşıyayız.” (Füsun Akatlı)

O gece İstanbul’da üçüncü gecemizdi. Üçüncü ve son gecemiz. Ertesi sabah annem, Almanya’ya babamın yanına gidecekti, anneannemle ben Çay’a dönecektik. –Afyon’un çay ilçesinde oturuyoruz biz, anneannemin dedemden kalma dul maaşıyla geçiniyoruz, kardeşimi de orada, teyzemgilde bıraktık.– İstanbul’da anneannemin uzak bir akrabasına konuk olduk. Ev sahibimiz de yalnız yaşayan yaşlı bir dul hanım. Kocası Dışişleri’nde görevliymiş. Gençliklerinde çok ülke gezmişler, çok insan tanımışlar, hiç çocukları olmamış, çocukları çok severmiş. O gece gençlik serüvenlerini anlattı, fıkralar söyledi; fotoğraflar gösterdi; çok eğlendirdi bizi. Yatma saati geldiğinde anneme iyi geceler dilerken, “Kıskanıyorum seni” dedi. “Almanya’ya gideceksin. Almanya... ah Almanya... ne günlerdi Tanrım... en çok eğlendiğim ülkelerden birisi orasıdır.”

Yattığımız oda tıklım tıklım eşya doluydu: Koltuklar, sehpalar, sehpalarda türlü türlü süs eşyaları, duvarlarda resimler, fotoğraflar... bir köşede de bizim naylon torbalarımız ve filelerimiz. Anneannem beni daha ilk geldiğimiz gün sımsıkı tembihlemişti: “Aman dikkatli ol, Mihriban Hanım’ın eşyaları antikadır, zarar verirsen ödeyemeyiz.” Hiçbir yere çarpmamaya çalışarak soyundum, yatağa girip anacığıma sokuldum. Annem, bir süre sonra beni uyudu sanıp yavaşça yataktan çıktı ve anneannemin yattığı koltuğa gitti. Fısır fısır konuşmaya başladılar. Arada bir babamın adı geçiyordu. Konuştukça sinirlenmeye başladılar, sinirlendikçe fısıltıyı unuttular. Artık her söyleneni duyabiliyordum. Anneannem, anneme “boşan” diyordu. “O adamdan hayır gelmeyeceğini biliyorsun, bir de gidip elin memleketlerinde sefil olacaksın. Boşan; hiç değilse koca yumruğu eksilsin tependen. Çocuklarına babalık etmeyi şimdiye dek bilmeyen adam, bundan sonra mı adam olacak?..” Annem direniyordu. “Bunca yıldan sonra mı?” diyordu, “Çocuklar...” diyordu. “Nasıl olur? Ne yaparım?” diyordu...

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.