Dilin Çalışma Sesi

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Dilin Çalışma Sesi Roland Barthes’ın 1964-1980 yılları arasında kaleme aldığı edebiyat, dil ve gösterge üzerine yazıları bir araya getiriyor. 
Meşhur "Yazarın Ölümü" başlıklı denemesinin de yer aldığı bu "eleştirel denemeler" ilk kez Türkçe’de yayımlanıyor.
Yazı’nın ve yazın’ın büyük ustası Roland Barthes’tan yolları çatallanan bahçede yürümek isteyen okurlar için.

Bilimden Edebiyata 

İnsan sözlerini
düşünmeden düşüncesini dile getiremez.
Bonald

Fransız üniversitelerinde kabul gören eğitimin konusunu oluşturan toplum ve insan bilimlerinin resmi bir listesi vardır; bu liste, üniversitelerin verdikleri diplomaların uzmanlık alanlarının sınırlandırılmasını zorunlu kılar: Estetik, psikoloji, sosyoloji alanlarında doktor olabilirsiniz; ancak armabilimde, anlambilimde ya da kurban olma halini inceleyen bilim dalında [victimologie] doktor olamazsınız. Böylece üniversite kurumu, tıpkı bir dilin (yalnızca dışlamalarıyla değil) “zorunlu düzenlemeleri” ile de insanı belli bir biçimde düşünmeye zorlaması gibi, kendi bölümleme ve sınıflandırma yöntemlerini benimseterek insan bilgisinin doğasını doğrudan belirler. Bir başka deyişle, bilimin ayırt edici özelliğini (bu sözcük bu yazı boyunca toplum ve insan bilimlerinin toplamı olarak anlaşılmalıdır) ne içeriğinde (çoğunlukla kötü bir biçimde sınırlandırılmış ve tıkanmıştır), ne yönteminde (bir bilim dalından ötekine değişiklik gösterir; tarih ile deneysel psikolojinin yöntemsel açıdan ortak bir yönü var mıdır?), ne etiğinde (ciddiyet ve kesinlik bilimin tasarrufunda olan nitelikler değildir), ne de iletişim kurma biçiminde (bilim de tüm ötekiler gibi kitaplarda kendini ifade eder) bulabiliriz; bilimin tek ayırt edici özelliği yalnızca statüsü, yani toplumsal algılanma biçimidir: Toplumun aktarılmaya uygun olduğunu düşündüğü her konu bilimin nesnesi olur. Kısaca söylemek gerekirse, bilim öğretilmekte olandır.
Edebiyat bilimin ikincil özelliklerinin, yani onu tanımlamayan özelliklerin, tümüne sahiptir. İçeriği biliminkiyle aynıdır: Dünya edebiyatı tarafından işlenmemiş olan tek bir bilimsel konu yoktur: Yapıtın (toplumsal, psikolojik, tarihsel) dünyası her tür bilginin yer aldığı bütüncül bir dünyadır, öyle ki edebiyat bize göre, eski Yunanların tadını çıkardığı, günümüzde ise bilimin parçalı halinin bize yasakladığı o büyük kozmogonik birliğe sahiptir. Ayrıca edebiyat, bilim gibi yöntemseldir de: Akımlara ve dönemlere göre (biliminkiler gibi) değişen kendi araştırma planları, inceleme kuralları ve kimi zaman da deneysel iddiaları vardır. Bilim gibi edebiyatın da kendi etiği ve kendi varlığına verdiği görüntüden hareket ederek kendi yapılışına dair kuralları çıkarmak ve böylece yapıtların mutlak bir düşünme biçimine uymasını sağlamak için sergilediği kendine özgü bir davranış biçimi vardır.
Bilim ile edebiyatı birleştiren son bir özellik daha vardır; ancak bu özellik, aynı zamanda onları öteki farklardan çok daha kesin bir biçimde ayıran özelliktir: Her ikisi de (antik logos düşüncesinin ifade ettiği gibi) söylemden oluşur; ancak bilim ile edebiyat kendilerini oluşturan dili aynı biçimde ele almaz ya da başka bir sözcük kullanmak istersek aynı biçimde işlemez. Bilim için dil bir araçtan ibarettir, onu olabildiğince saydam, yansız ve (işlemler, varsayımlar, sonuçlar söz konusu olduğunda) bilimsel konunun egemenliğine girmiş olarak görmekte yarar vardır; bilimsel konunun dilin dışında ve ondan önce var olduğu söylenir: Her şey olan bilimsel iletinin içeriği bir tarafta ve önce durur, bu içeriği ifade etmekle yükümlü olan dilsel biçim ise hiçbir şeydir ve başka bir tarafta ve sonra durur. XVI. yüzyıldan itibaren deneyimcilik, akılcılık ve (Reform ile birlikte) dinsel aydınlığın, bir başka deyişle (terimin çok geniş bir anlamıyla) bilimsel düşüncenin yarattığı ilerlemeye dilin bağımsızlığının geriye gitmesi eşlik etmiştir. Ortaçağ’daki Septenium şiirlerinde insan kültürü, sözün gizleriyle doğanın gizlerini neredeyse eşit biçimde ele alırken dil, artık bir araç konumuna ya da “güzel biçem” unsuruna indirilmiştir. Edebiyat içinse, en azından klasisizm ve hümanizmanın etkisinden kurtulmuş edebiyat için dil, kendisinden önce var olan, ikincil bir konumda bulunarak birkaç biçem kuralına uyma yoluyla ifade etme yükümlülüğünde olduğu toplum, tutku ya da şiire özgü bir “gerçekliğin” uysal aracı ya da şatafatlı dekoru olamaz: Dil, edebiyatın varlığıdır, dünyasıdır: Tüm edebiyat artık “düşünme”, “resmetme”, “anlatma”, “hissetme” eylemlerinin değil, yazma eyleminin içinde yer alır. Teknik açıdan Roman Jakobson’un tanımına göre “poetik” (yani yazınsal) terimi, içeriğini değil de kendi biçimini konu alan ileti türünü işaret eder. Etik açıdan ise edebiyat ilk sırada “gerçek” kavramı olmak üzere kültürümüzün temel kavramlarının değişimini yalnızca dilin yaptığı yolculuk sayesinde izler. Siyasi açıdan edebiyat devrimci olduğunu, hiçbir dilin masum olmadığını ileri sürerek ve örnekleyerek, “bütünlüklü dil” denilebilecek bir dili kullanarak gösterir. Günümüzde dilin tüm sorumluluğunu üzerine alabilen tek alan edebiyattır; çünkü bilim her ne kadar dile kesinlikle gereksinim duysa da edebiyat gibi dilin içinde değildir; biri öğretilir, bir başka deyişle kendini ifade eder ve sergiler, öteki kendini aktarmaktan çok tamamlama uğraşı içinde olur (onun yalnızca tarihi öğretilir). Bilim konuşur, edebiyat yazar; birini ses yönetir, öteki eli izler; ikisinin ardında aynı beden, dolayısıyla da aynı arzu bulunmaz.
Bilim ile edebiyat arasındaki, dili yok sayarak ya da üstlenerek belli bir biçimde ele almanın yarattığı karşıtlık özellikle yapısalcılıktan kaynaklanır. Çoğu zaman dışarıdan gelen baskıyla kullanılan bu sözcük, günümüzde çok farklı, kimi zaman birbirinden ayrılan, hatta birbirine düşman olan çalışmaları kapsıyor; kimse yapısalcılık adına konuşma hakkına sahip değildir, bu satırların yazarı da bu hakka sahip olduğunu iddia etmiyor, günümüzdeki “yapısalcılığın” yalnızca en özel ve dolayısıyla en anlamlı değişkesini ele alıyor. Bu sözcüğü kullanırken günümüzdeki dilbilim yöntemlerini etkilediği kadarıyla kültür yapıtlarını belli bir çözümleme biçimini düşünüyor. Bir dilbilim modelinden geliştirilmiş olmakla birlikte, yapısalcılık, dilin yapıtı olan edebiyatta kendisine daha yakın bir inceleme nesnesi bulur: Bu nesne kendisiyle türdeştir. Bu rastlantı, belli bir rahatsızlığı, hatta bir çatışmayı da beraberinde getirir; yapısalcılık inceleme nesnesiyle arasında bir bilim dalının koruması gereken uzaklığı korumak isteyebileceği gibi tam tersi bir davranışta bulunup dilin sonsuzluğunda yapılan, edebiyatın bugün bir geçiş yeri olduğu çözümlemenin taşıyıcısı olma konumunu tehlikeye atmayı ve yitirmeyi kabul edebilir. Aslında bu konuda vereceği karar, bilim ya da yazıdan hangisini olmak istediğiyle ilgilidir.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.