Çağdaş Latin Amerika Şiiri Antolojisi

  • Çağdaş Latin Amerika Şiiri Antolojisi
PAYLAŞ
YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Arjantin, Bolivya, Brezilya, Ekvator, Guatemala, Haiti, Honduras, Küba, Meksika, Nikaragua, Peru, Porto Riko, Şili, Uruguay, Venezuela... Büyük bir kültürün, muhteşem bir coğrafyanın, bağımsızlık savaşlarının, askeri darbelerin, suikastlerin, kültür emperyalizminin, yerli yoksul halkın bitmeyen sorunlarının, devrimlerin, toplumsal çalkantıların beşiği Latin Amerika... Savaş şiiri, "modernismo", "mundonovismo", kübizm, "avant-garde", "afro-american" gibi akımlardan etkilenen yüzlerce şairin yurdu... 1920'lerden itibaren Borges, Ruben Dario, Nicanor Parra, Eugenio Florit, Nicolas Gullien, Jorge Carrera Andrade, Octavio Paz, Cesar Vallejo, Otto D'Sola gibi dünyaca ünlü pek çok şairin yetiştiği verimli topraklar... Değerli şair ve çevirmen Ülkü Tamer'in özenli seçimi, İngilizce ve İspanyolcadan yaptığı çevirilerle hazırladığı Çağdaş Latin Amerika Şiiri Antolojisi, elli şairden yüzlerce şiiri içeriyor. Birinci baskısı 1982 yılında yapılan antoloji, uzun bir aradan sonra yeni şiirseverlerle buluşuyor.


GİRİŞ

On dokuzuncu yüzyılda Latin Amerikalı şairlerin en büyük sorunu, kendilerinin olmayan yabancı bir dili kullanmak zorunda kalmalarıydı. Brezilyalılar Portekizce, öteki Latin Amerikalı şairler ise İspanyolca yazıyorlardı. Edebiyat geleneklerini uzak ülkelerde, Avrupa’da aramak durumundaydılar. Latin Amerika’yla İspanya arasındaki ilişkiler son derece gergindi. Kıtada, üç yüzyıllık boyunduruktan sonra, bağımsızlık savaşları veriliyordu. Yazarlar, İspanyol olan hiçbir şeyle yakınlık kurmak istemiyorlar, bu yüzden, kullandıkları dilin zenginliğinden, tarihinden, kültürel çağrışımlarından yararlanamıyorlardı. Edebiyatları cılızdı.

 1898’de İspanya, Latin Amerika’daki son sömürgesinden de çekilmek zorunda kaldı. Bu, İspanya ile Latin Amerika arasında yeni koşullarla bir “diyalog”un kurulmasına yol açtı. Yazarlar, İspanyol edebiyatıyla yakından ilgilendiler; dillerini bir temele oturttular. Denizaşırı bir “şiir dolaşımı” başladı. Ama eşit bir dolaşımdı bu. Latin Amerika, yalnız siyasal değil, kültürel bağımsızlığını da kazanmıştı.

 On dokuzuncu yüzyılda Latin Amerika şiirinin belli başlı özelliği, bir “savaş şiiri” olmasıydı. Andres Bello, José Joaquin de Olmedo, José Maria Heredia gibi şairler, on sekizinci yüzyılda Avrupa’yı saran devrimci düşüncenin etksindeydiler. Kendi ülkelerini bağımsız kılmak, özgürlüğe kavuşturmak istiyorlardı. “Büyük Latin Amerika düşü”nü dile getirecek yeni bir şiirin peşindeydiler. Bu şiiri, eski–yeni Avrupalı ustaların yapıtlarından değil, kendi topraklarından yaratma çabasındaydılar. Latin Amerika şiirinin ‘konu’sunu genişletmek bakımından büyük yararları oldu.

 1830’larda Avrupa romantizminin etkileri görülmeye başlandı. Dört yıl Fransa’da kalan Arjantinli Esteban Echeverria, ülkesine döndükten sonra yeni bir akımın, romantizmin öncüsü oldu. İnsanla doğa arasındaki ilişkiyi arayan, esine dayanan bir akımdı bu; ama gerçekleri anlatıyordu. Kolombiyalı Gregorio Gutiérrez González ile Brezilyalı Antonio Gonçalves  Dias, bu akımın başarılı örneklerini verdiler.

 Bu arada, aynı akıma bağlı olarak bir gauchesco şiiri doğdu. Pampalarda yaşayan gauchoları konu edinen şiirler yazıldı. Bu şiirin yaratıcılarının hiçbiri gaucho değildi; hepsi kentlerde yaşıyordu. Ama şiirlerinde gauchoların dillerini kullandılar. Uruguaylı Bartolomé Hidalgo’nun öncülüğünü ettiği bu türün en büyük yapıtı, Arjantinli José Fernández’in Martin Fierro’su oldu.

Kübalı ulusal kahraman José Marti, 1882’de Ismaelillo adlı ilk şiir kitabını yayımladı. Latin Amerika şiirinde yeni bir gelişmenin başlangıcıydı bu –modernismo akımı başlıyordu.


  Modernismo’nun ilk dönemi, 1896 yılına kadar sürdü. Yine Kübalı bir başka şair, Julian del Casal, Meksikalı Manuel Gutiérrez Nájera, Kolombiyalı José Asunción Silva, Nikaragualı Rubén Dario, bu akımın öncülüğünü ettiler. Dario’nun dışında öteki şairler, 1896’dan önce öldüler. Rubén Dario, modernismo’nun birinci ve ikinci dönemleri arasında bir bağ oldu. İkinci dönemin belli başlı şairleri, Arjantinli Leopoldo Lugones, Perulu José Santos Chocano, Kolombiyalı Guillermo Valencia, Meksikalı Enrique González Martinez ile Amado Nervo, romantizmin klişelerini bir yana bıraktılar; daha disiplinli ama sadece şiir okurunu değil, herkesi ilgilendiren, bütün Latin Amerikalılara seslenmeyi amaçlayan, bu arada şiire biçimde yeni olanaklar kazandıran sanatçılar olarak ortaya çıktılar.

  Modernismo’nun en büyük yararı, Latin Amerika insanına, kendi yaratıcılığı konusunda büyük güven sağlaması oldu. Bu akım, etkisini Latin Amerika ülkelerinin hepsinde gösterdi; giderek İspanyol şiirini bile etkiledi.

  Modernismo’nun ilk dönemi, İspanya’ya tepkiden doğmuştu; ikinci döneminde, yeni değerler yaratılması olanağı araştırıldı. 1898 İspanyol-Amerikan Savaşı, İspanya’nın yenilgisiyle sonuçlanınca, şairler kendi dillerinin kökenlerine eğildiler, İspanyol edebiyatıyla ilişkiler kurdular. Düşman olarak İspanyol emperyalizmini değil, Kuzey Amerika’daki Anglo-Sakson emperyalizmini görüyorlardı artık. İki dönem arasındaki bağı kuran Rubén Dario, “hâlâ İsa’ya yakaran, İspanyolca konuşan, yerli kanından yaratılmış temiz Amerika’nın gelecekteki işgalcisi Amerika Birleşik Devletleri”nden söz ediyordu.

Modernismo’nun ikinci dönemi sırasında bir başka akım ortaya çıktı: Mundonovismo (mundo nuevo: yeni dünya). Bu, Latin Amerikan konularına yeniden dönüştü. Modernismo’nun kozmopolitliği, yerini ulusalcılığa bırakıyordu. Bu akımın öncülüğünü, Pancho Villa’yla Estrada Cabrera’yı destekleyen, uzun yıllarını sürgünde, cezaevlerinde geçiren, Perulu bir eleştirmeni öldüren, sonunda kendisi de öldürülen Perulu José Santos Chocano yaptı.


 1915 yıllarında, modernismo’ya bir tepki daha belirdi, yeni bir akım doğdu: Sencillismo (sencillo: yalın, dolaysız). José Marti’nin şiirlerindeki yalın anlatıma dönülüyordu. Bu akımın şairleri bir bahar gününü, Buenos Aires’de bir sokağın köşesini anlatmayı, toplumsal, ulusal sorunlarla ilgilenmeye yeğ tuttular.

 Birinci Dünya Savaşı sona erince, Latin Amerika’nın bazı bölgelerine göçmenler geldi; hayat, özellikle kentlerde, değişmeye başladı. Endüstriye geçiş dönemiydi bu. Eski akımlar güçlerini yitirmişti.

 Aynı yıllarda Şilili bir şair, Vicente Huidobro, Fransa’da sanatçılarla arkadaşlık kurmuştu; Guillaume Apollinaire ve Pierre Reverdy ile birlikte Nord Sud dergisini yönetiyordu. Bu arkadaşlığın etkisiyle, Avrupa’daki yeni akımlarla, özellikle kübizm’le ilgilendi. Latin Amerika şiirinde yeni bir akımı, creacionismo’yu (yaratıcılık) başlattı. Estetik değerleri her şeyin üstünde tutan, şairi en üstün kişi olarak kabullenen bir akımdı bu.

 Aynı yıllarda, İsviçre’de öğrenim yapmış Arjantinli Jorge Luis Borges, İspanya’ya gitti. 1921’de Buenos Aires’e dönünce, Avrupa’daki avant-garde sanatın etkilerini taşıyan yapıtlar vermeye başladı. Gerçeküstücülük’ün izlerini taşıyan bir bildiri hazırladı; bu bildiriyi, “Buenos  Aires sokaklarına şiiri getirmek için” duvarlara astı. Böylece, ultraismo akımının öncüsü oldu. Arjantinli Oliverio Girondo, Meksikalı José Juan Tablada, Kolombiyalı Léon de Greiff, bu akımın başarılı şairleri arasında yer aldılar.


 


Bu arada, Latin Amerika’da, özellikle Brezilya ile Karaipler’de zencilerin sayısında büyük artış olmuştu. Bunun şiirde bir etki yaratması kaçınılmazdı. Bir poesia negra akımı doğdu. Bu akımın aşağı yukarı bütün şairleri beyazdı, ama zencilerin dil özelliklerinden yararlanarak bir Afro-Amerikan şiiri yaratmayı başardılar. Aynı zamanda toplumsal bir başkaldırı niteliğini taşıyan bu akımın en başarılı şairleri, Porto Rikolu Luis Palés Matos, Kübalı Nicolás Guillén ve Brezilyalı Jorge de Lima’ydı.

 Portekizce Brezilya şiiri de aşağı yukarı aynı çizgiyi izleyerek gelişti. 1920-1930 yılları arasında, Manuel Bandeira, Ronald de Carvalho, Emiliano de Cavalcanti, Vicente de Rego Monteiro, Heitor Vila-Lobos gibi şairler ultraismo’nun etkilerini taşıyan bir modernismo akımını sürdürdüler. Bu akımın en büyük özelliği, Latin Amerika şiirine humor’u getirmesiydi.

Latin Amerika’da 1920’lerden sonra çok sayıda güçlü şairler ortaya çıktı: Arjantinli Jorge Luis Borges, Brezilyalı Carlos Drummond de Andrade, Murilo Mendes, Şilili Gabriela Mistral, Pablo Neruda, Nicanor Parra, Kübalı Eugenio Florit, Pablo Armando Fernández, Nicolás Guillén, Ekvatorlu Jorge Carrera Andrade, Meksikalı Alfonso Reyes, Octavio Paz, José Emilio Pacheco, Perulu César Vallejo, Carlos Oquendo de Amat, Venezuelalı Otto D’Sola gibi... Bu şairleri, akımlara bağlı olarak düşünmek olanaksızdır; ama aşağı yukarı hepsinin temelinde gerçeküstücülük’ün izleri yatar.


 Bu arada, İspanya İç Savaşı’nın bazı Latin Amerika şairleri, özellikle Vallejo ile Neruda üzerinde yarattığı etkiler kıta şiirinde bir değişime yol açtı. Neruda, “yaslı, karamsar” şiirini, ilk yapıtlarındaki “metafizik”i bırakarak toplumcu bir şiire yöneldi; Vallejo gerçektüstücülük’ten sıyrılarak “halkın şairi” olmaya çalıştı. Latin Amerika’nın Amerika Birleşik Devletleri tarafından bir “yeni sömürgecilik” anlayışıyla etki altına alınması ve daha sonraki yıllarda Küba Devrimi, bu değişimi hızlandırdı. Bu değişim, geçmişin süslü, yer yer aşırı duygulu ve duyarlı şiirine bir tepki olarak anti-şiir’i yarattı. Nicanor Parra’nın yapıtlarında doruğuna ulaşan yalın, düz, dolaysız bir şiir diline varıldı.

 Günümüzde Latin Amerika şairlerinin büyük çoğunluğu toplumcu şiirin örneklerini vermekte, askerî darbeler, suikastler, işkenceler, kültür emperyalizmi, yerlilerin yoksulluğu ve halkın sorunları gibi konulara el atmaktadır. Nikaragualı şair Ernesto Cardenal’in deyimiyle, şairin görevlerinden biri de, “AP ve UPI gibi haber ajanslarını yalanlamak”tır.

Bu anlayışın en önemli ve etkili şairleri arasında Arjantinli Juan Gelman, Kübalı Nicolás Guillén, Roberto Fernández Retamar, Guatemalalı Otto René Castillo, Nikaragualı Ernesto Cardenal ve Perulu Javier Heraud sayılabilir.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.