
- A-Z
- KONU DİZİNİ
- Cogito
- Çizgi Roman
- Delta
- Doğan Kardeş
- Ansiklopedi
- Bilim
- Çocuk Çizgi Roman
- Deneme
- Destan
- Dünya Klasikleri
- Efsane
- Eğitim
- Etkinlik
- Gençlik
- Gezi
- Hikâye-Öykü
- İlkgençlik
- Klasik Dünya Masalları
- Masal
- Mitoloji
- Modern Dünya Klasikleri
- Okul Çağı
- Okul Öncesi
- Oyun
- Resimli Öykü
- Resimli Roman
- Resimli ve Sesli
- Roman
- Romandan Seçmeler
- Röportaj
- Seçme Denemeler
- Seçme Öyküler
- Seçme Parçalar
- Seçme Röportajlar
- Seçme Şiirler
- Seçme Yazılar
- Şiir
- Edebiyat
- Anı
- Anlatı
- Biyografi
- Deneme
- Derleme
- Eleştiri
- Gezi
- Günce
- İnceleme
- Libretto
- Mektup
- Mitoloji
- Modern Klasikler
- Otobiyografi
- Oyun
- Öykü
- Polisiye-Gerilim
- Roman
- Senaryo
- Söyleşi
- Yaşantı
- Yazılar
- Genel Kültür
- Halk Edebiyatı
- Masal
- Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar
- Koleksiyon Kitapları
- Lezzet Kitapları
- Özel Dizi
- Sanat
- Kare Sanat
- Sergi Kitapları
- Şiir
- Türk Şiir
- Tarih
- XXI. Yüzyıl Kitapları
- Sosyoloji - Sağlık
- TEKRAR BASIMLAR
- YENİ ÇIKANLAR
- ÇOK SATANLAR
Amerika Büyük Bir Şaka, Sevgili Frank, Ama Ona Ne Kadar Gülebiliriz?
-
Kategori:
Özel Dizi -
Yazar:
Enis Batur -
ISBN:
975-08-0184-9 -
Sayfa Sayısı:
152 -
YKY'de İlk Baskı Tarihi:
Ocak 1999
Üç haftalık bir 'New York Seyâhatı'nda olabildiğince biriktiriyor Enis Batur: sanat, edebiyat, sokaklar, insanlar, şeyler, televizyon, sosisli sandviç, Thunderbolt, yine sokaklar, yazmak, yolcu olmak, mezartaşları, kitapçılar, yapıtlar, berduşlar, sıcak...
1998 yılının Temmuz ayında, Türkiye basını, televizyon kanalları ve gazeteleri dergileriyle, her zamanki gibi geçici bir süre için, İstanbul’un tarihi yarımadasındaki bir kazı noktası üzerinde yoğunlaştı. Şimdi otel olarak kullanılan eski Sultanahmet Cezaevi’nin altındaki eski bir sarnıçtan başlayarak, Ayasofya’nın Cankurtaran’a dönük cephesindeki boş bir arsaya uzanan kesitte nicedir yürütülen kazı çalışmalarında ortaya çıkan mekânların Eski Saray’ın kalıntıları olup olmadığı henüz kesinleşmedi. Tartışmalar sürdüğü sırada, bir cumartesi günü, özel izin alarak yeraltına indik Samih Rifat’la, fotoğraf çektik. Yukarıda ekibiyle çalışan İTÜ jeoloji bölümü öğretim üyelerinden Ahmet Ercan beyle söyleştik uzun uzun, kullandıkları aygıtlar aracılığıyla, kazma vurmadan, yukarıdan aşağıyı nasıl okuduklarını öğrendik. Odaları, duvarları, dolguları kömür kalemlerle işaretliyorlar, “metal” keşfettiklerinde belirtiyorlardı. Çoktandır; sanırım İskenderiye nekropolü bir otoyol çalışması sırasında ortaya çıkalı beri, kat kat yerin altında bekleyen eski kent kesitleri üzerinde zonkluyordu imgelemim. İlkyaz sonunda Roma’da, Forum dolaylarında aynı soruları evirip çevirmiştim zihnimde, Troya’dan İstanbul’a giden bir zaman/mekân çekirgesine binmiştim – konuya o sıralarda İTÜ’den çağrı alarak gittiğim bir oturumda değindiydim. New York yolculuğunun içhazırlıkları o kavşakta başladı. Bu yıl, Amerikalıların deyişiyle “büyük New York”un 100. yaşgünü (yaşı) kutlanıyor topu topu, gerçi; yaşlı ya da eskil kentlerle bu bağlamda karşılaştırılması yadırgatıcı gelecektir pek çok kişiye; gelgelelim, yeryüzünün en genç kentleri arasında yer almasına karşın, New York’un aşağıdan yukarı kesitinin yabana atılamayacak özellikleri olduğunu düşünüyorum ben. Bunu söylerken, yalnızca kentin karmaşık yeraltı düzenine gönderme yapıyor değilim; yüzyıllık geçmişinde ağır ve kanlı bir panorama oluşturan yeraltı hayatının efsanesiyle de kısıtlamıyorum kendimi; bütün bunları elbette unutmaksızın, o “tabaka”ların kent tarihi açısından altında kalmış öncülerini anımsatmak istiyorum. Bu satırları bir odasında yazdığım, 44. sokaktaki The Algonquin Oteli, aynı sokakta, iki adım ötede yer alan The Iroquois binası, şüphe yok ki “yağmur bulutları”nın ardında kalmış bir çağa selâm gönderen bir simge hepsi hepsi. Gelgelelim, bir yandan da, ne denli silinmiş olursa olsun, iki bin yıl önce birkaç yüz farklı dil konuşan bir kavimler topluluğunun bölgede yaşadığı gerçeğini anımsatıyor bize o işaretler. Hiç değilse, bundan tam iki yüzyıl önce “Bu diyarı, beldeyi satmak mı! Neden havayı, büyük denizi, yeryüzünü de satmayalım ki?” (1810) diyen Tecumseh’in sözlerinde olanca yoğunluğuyla varlığını korumuyor mu o uzak geçmiş? Amerika’nın yerli dönemine, Avrupalıların beş yüzyıl önce “Yeni Dünya”ya ayak basışlarını önceleyen geniş zamanlara bir sefer düzenlemek değil niyetim. Diyorum ki, bir noktanın, onca adadan oluşan New York’un ulaşılabilen en alt noktasıyla, Manhattan’ın gökdelenlerinin doruk noktası arasında oluşan öncelikle bir imge’dir – gerçeklik sonra gelir.