Yabanda Yolculuk

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Daniel Brac, önemli bir tabloyu onarmak için Güney Amerika'ya gelir. İki nedeni daha vardır gelişinin; hayatı boyunca sürmüş korkaklığından kurtulup yeni bir insan olmak ve babasının katili bir savaş suçlusunun peşine düşmek... Vanku Yupanqui: Korkunun ne olduğunu hiç bilmemiş bir efsane... Ve Angelito, Huaman, Beatriz, Fuego... Cunta, yönetenler, yönetilenler... Güney Amerika cehennemini, gerçek dokusu ve renkleri içinde, bir Güney Amerikalı yazar yazmış olsaydı ancak bu kadar iyi yazabilirdi. (Oysa Moris Farhi Ankara'da doğmuş ve uzun yıllardır İngiltere'de yaşıyor.) Yabanda Yolculuk": Kültür ve ahlak, politika ve din, tinsellik ve cinselliğin tüm görünümleri boyunca hem Güney Amerika'ya hem de insanın içine destansı bir yolculuk; rengarenk ve uzun metrajlı bir film gibi.

"Seni de mi götüreyim, çocuk? Neden ama?" Teresa Ayala utangaçca cevap verdi, fakat şiddetli nehir akıntısının gürültüsü sesini boğdu. Peder Quintana, çisintisi yeşil kıyıları üzerinde sis gibi sürüklenen, suları kayalar üzerinde gürleyen ırmak tarafından hipnotize edilmiş kıza doğru biraz daha yaklaştı. Yerliler ona, "Konuşan Tanrı" adını vermişti. Yolunu yarıp geçip, çok daha büyük, Amazon adlı bir nehri beslemek için sıcak ülkelere gittiğini söyleyenlere inanmazlardı. Bu sel, ki bir insanı beslerken bir diğerini öldürebilirdi, hiçbir şeye boyun eğmez, diye iddia ederlerdi; o ancak zirveye tırmanır ve orada Güneş'in yanında yerini alırdı. "Konuş, çocuk..." Teresa sıkılarak Daniel'e baktı. Kızın utangaçlığının farkında olan Daniel, manastırın kapısından uzaklaşıp, otobüs durağına gitti. Otobüs tarifesinin önünde durdu, ancak okuma zahmetine girişmedi. Nehrin ovalara düşmeye başladığı bir yerde kurulmuş olan manastır, San Martin yolu üzerindeydi. O sabah orada kısaca konaklamışlar ve hemen, ileri bir anonsa kadar, tüm otobüslerin çöle gidenlere tahsis edildiğini öğrenmişlerdi. Manku Yupanqui daha şimdiden bir mucize yarattı, diye Peder Quintana sevinç içinde beyanda bulunmuştu, Yerlilerin kırsal alanlarının beyazların kıyıdaki topraklarıyla bağlantısını koparıp, onları serbest bırakmıştı. Teresa sesini yükseltti. "Kocam orada olacak." Şaşkınlık gülümsemesi Peder Quintana'nın yüzünü kırıştırdı. On altı yaşından fazla olamazdı. Onu ilk gördüğü zamanı hatırladı. Yıllar öncesiydi: Miranda'dan, Yungalar'daki yeni kilisesine taşınırken, yine böyle tehlikeli bir seyahat sırasında, bu manastıra uğramıştı. Hasta, emekleme döneminde bir çocuktu. Ona bakamaz hale gelmiş, kendileri bir deri bir kemik anne ve babası tarafından Rahibe Superior'a zorla verilmiş, ondan sonra da bir daha hiç aç kalmamıştı. Ancak, genç yüzü, kader haline gelmiş fakirliğin şu belirgin çürüğü olan pas hastalığının izlerini taşıyordu. Bir deri bir kemik halindeki çocukluk döneminden daha fazla et yoktu vücudunda. Elleri ve ayakları daha şimdiden yaşlanmıştı. Şaşırtıcı olan şey ise, hâlâ dik durabilmesi, omurgasının henüz bükülmemiş olmasıydı. Fakat, rahibelere köle olmaktan değilse bile, bir geleceği olmamasından ötürü, yakında nasıl olsa çöküp gidecekti...

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.