Üç Kızlar

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Masallar bizi içimizde canlanan, bilmediğimiz bir büyülü dünyaya götürür.  Çok kısa bir süre konuk olduğumuz bu dünya zihnimizden silinmez, hep o olağanüstü kahramanları  yaşar ve yaşatırız. Masallar bizim gizli bahçemizdir.

Oğuz Tansel’in uzun yıllar önce derleyip çocuklar için yeniden kaleme aldığı bu masallar dört küçük kitaptan oluşuyor: Üç Kızlar, Altı Kardeşler, Yedi Devler ve Mavi Gelin. Üç Kızlar bu dizinin ilk kitabı. Bir tekerleme ile beş masaldan oluşuyor. Okunan, kendini okutturan bu masallar sınırsız bir dünyanın dil ve kültür ayrılığı bilmeyen yaramaz çocuklarına benziyor. Olamaz dediğimiz şeylerin bir çırpıda hayatımıza girmesi, varlıklarını ancak masallara borçlu olduğumuz kahramanların bir görünüp bir kaybolmaları, sislerle örtülü ama istersek olanca açıklığıyla önümüze serilen ve yalnız kendisine benzeyen sonsuz gibi gelen anlatılar...

Cevahir Yumurtası Vaktin birinde bir fakir karı koca, iki de oğulları varmış. Adam her gün, dağa oduna gider, bir eşek yükü odun getirip satar, böylece geçinip giderlermiş. Yine bir gün odun kesmeye gittiğinde, eşeğini, kara meşeli bükte bir ağaca bağlamış. Bir yük odun kesmiş, toplayıp denklemiş. Yükü hayvana saracağında, baksa ki, semerin ortasında bir yumurta var. Alıp cebine koymuş. Odunları eşeğine yükletip düşmüş yola. Evine gelince:

“Hatun, dağda bir yumurta buldum” der. “Pişir de yiyelim.”

“Bu günlük yemeğimiz var, yarın pişireyim” der, karısı.

Kadın yumurtayı alıp kaşıklığa koyar. Kocası çarşıda odunu satıp gelir. Akşam olur. Sabah olur. Ertesi gün, adam oduna gider. Kara meşeli büke varır, eşeğini bağlar. Odunları kesip yükleteceğin de, semeri üzerinde, yine bir yumurta olduğunu görür... Evine geldiğinde:

“Bir yumurta daha buldum, al” der karısına.

“Nerede buldun?” der karısı.

“Odun kestiğim bükte. Pişir de yiyelim.”

“İki yumurtayı yiyeceğiz de ne olacak! Tuzumuz bitti, satıp tuz alırsın” der karısı.

Bunun üzerine adam odun satmaya gider, yumurtaları da götürür. O gün bir sarrafa satar, odunu.

Parayı alırken:

“İki tane de yumurtam var, alır mısın?” der oduncu.

Yumurtaları gören sarrafın gözleri parlar. Ağırlığınca altın tartıp oduncuya verir. Oduncu şaşırıp kalır ya, işin içyüzünü bilmez. Sarrafa yumurtaları nasıl bulduğunu anlatır. Sarraf bir çömleğe katran, zift doldurup oduncuya verir:

“Bunları yumurtlayan bir kuş olacak. Oduna gittiğinde bu katranlı zifti semerin ortasına sürersin. O kuşu tutup bana getirirsen, ağırlığınca altın veririm. O gün odun kesme, kuşu gözetle, yap bu işi. Ne yapacaksın odun satmayı!” der.

Bunları duyan oduncu sevinerek evine gelir.

Karısına:

“A hatun, iyi ki, yumurtaları yemedik. Odunu alan sarraf, yumurtalara da bunca altın verdi. Bu ziftle kuşu tutup götürürsem, ağırlığınca altın verecek” der. “Zengin olacağız” diye karısı da çok sevinir: “Durma, git. Yarından tezi yok, kuşu tutmaya bak!” der, kocasına.

O gece hep zenginlik düşü kurarlar. Sabah olunca, adam, erkence oduna gider. Eşeğini büke bağlar. Katranlı zifti semerin ortasına döker. Eşeğin altına saklanır. Başlar beklemeye. Ne gelen var, ne giden! Kuşluğa doğru güzel bir kuş gelip semerin ortasına pırıdak konar. Bunu gören oduncu sevincinden deliye döner. Eşeğin altından usulca çıkıp kuşu yakalar. Eşeğin saman torbasına koyup ağzını bağlar. Dönüp evine gelir. Karısı kapıda onu beklermiş. Adam, kuşu çıkartıp karısına verir. Karısı:

“Sarraf bi yol verir, parayı; biz bu kuşu satmayalım, kafese koyalım, yumurtasını satar, her gün para alırız” der.

Oduncu karısının düşünüşünü beğenir. Bir kafes yapıp kuşu koyarlar. Adam kente odun satmaya gider yine. Sarraf yolunu beklermiş. Önüne çıkar, odunu alıp kuşu sorar.

“Kuşu tuttum ya, karım vermiyor. Kafese koyduk, yumurtasını satacağız” der.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.