Türk Şiirinde 1980 Kuşağı

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Türk Şiirinde 1980 Kuşağı adlı çalışmasında 1980’lerde yaşanan kopuşun şiirimizde açtığı yeni yolları izliyor Bâki Asiltürk. “1980’ler şiirinin tek bir poetikadan değil, poetikalardan oluştuğu” savını gözden uzak tutmamakla birlikte, 1980 Kuşağı’nın oluşumunda İmgeci yönelişin ağırlığını özellikle vurgulayan Asiltürk, bazen birbiriyle temasta olan, bazense birbirini iten çeşitli şiir anlayışlarını nesnel bir yaklaşımla ele alıyor; yapıtlara ve tanıklıklara eğilerek dönemin birikimini ortaya koyuyor.
1980’ler şiirini böylesine kuşatan ilk ve tek çalışma olan Türk Şiirinde 1980 Kuşağı, şair sezgisiyle akademik merakın buluşmasının bir sonucu.

1. Kuşağın Tanımı ve Türk Şiirinde Kuşak Ayrımları

“Kuşak” kavramı sosyolojinin temel kavramlarındandır. Toplumların çeşitli özellikleri hakkında yapılan araştırmalarda, geleneklerin ve alışkanlıkların çeşitli açılardan değerlendirilmesinde kuşak kavramına sıklıkla başvurulması bunun göstergesidir. En genel tanımıyla “kuşak” (generation) “toplumun yaklaşık olarak aynı zamanlarda doğan üyelerinden oluşan yaş grupları”nın tanımlanmasında kullanılan bir kavramdır. “Yakın yıllarda doğan ve benzer koşullarda yaşayan insanlar” tanımlaması da kuşağı ifade eden tanımlardandır.

Sosyolog Karl Mannheim, “aynı kuşaktan insanların, kendilerinden önceki kuşaklara göre dünyaya nasıl çok farklı biçimlerle bakabileceklerini”3 anlatırken yaş yakınlığının insanlar üzerinde oluşturduğu ortak bilince dikkat çeker. Mannheim her kuşağa özgü eşsiz deneyimlerin toplumsal değişimde oynadığı role de temas eder.

Bu kısa ama net referanslardan anlaşılabileceği gibi kuşak tanımında ve bu tanımın netleştirilmesinde doğum zamanlarının yakınlığına özellikle vurgu yapılmaktadır. Doğum yıllarının yakın olması kuşağın üyelerini birbirine her yönüyle olmasa bile bazı yönlerden yaklaştıran bir özelliktir. Bunun nedeni, yakın yıllarda doğanların benzer toplumsal koşullardan geçmesi, benzer olaylara tanıklık etmesi ve bunun sonucu olarak da benzer duyarlık ve tavırlar geliştirmesi, hatta kimi zaman olaylar karşısında benzer tepkiler göstermesidir. Sözgelimi Türkiye’de 1950’lerde doğanlar gençliklerini yaşadıkları 1970’lerle ‘80’ler arasında ülkemizdeki olumsuz toplumsal olaylara, karışıklığa ve kaosa tanık olmuş, ülkedeki çatışmaların toplum üzerindeki yıpratıcı etkilerini görmüşlerdir. Bu tanıklık, dünya görüşleri farklı da olsa sonuçta o kuşak üyeleri üzerinde ortak bir etki yaratmıştır denebilir. Bu etkinin sonuçları, dünya görüşlerine, inandıkları öğretilere göre kişilerde farklı biçimlerde ortaya çıkabilir ama aynı yaş grubuna ait olmaları, sosyal zihinlerini oluşturan olayların ortaklığı konusunda birbirine yakın tutar. Toplumsal anı ortaklığı, aynı kuşağa mensup kişilerin ortak duyarlıklara yol almasına neden olur. Kuşak bağlamında önemli olan, verilen tepkilerin karşıt kutuplarda yer alması değil, tepki verme biçimlerinin benzerliğidir.

Türk edebiyatının tarihsel gelişimiyle ilgilenen araştırmacılar, ister istemez kuşak/nesil ayrımlarına değinme gereği duymuşlardır. “Nesillerin Ruhu” başlıklı denemesinde Mehmet Kaplan, “nesil” kavramının çerçevesini çizer ve ortak duyuş noktalarına odaklanarak şunları söyler: “Fertlerin nasıl birbirinden ayrı bir duyma, düşünme ve hareket etme tarzları varsa, nesillerin de kendilerine has, önceki ve sonraki nesillerinkine benzemeyen bir duyma, düşünme ve hareket etme tarzları vardır. / Aynı içtimai, siyasi ve iktisadi şartlar altında yaşayan, aynı çeşit terbiye müesseselerinde yetişen, aynı endişe ve meselelerle meşgul olan ve aşağı yukarı aynı yaşta bulunan insan toplulukları arasında müşterek bir ruhun teşekkül etmesi gayet tabii bir hadisedir.”

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.