Siyahlı Kadın

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Ve Siyahlı Kadın sinemalarla aynı anda Yapı Kredi Yayınları’nda

Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan, ünlü İngiliz polisiye yazarı Susan Hill’in kitabı Siyahlı Kadın, Arthur Kipps’in genç bir avukatken başına gelenleri anlatıyor.
Noel arifesi gecesiydi. Arthur Kipps ve ailesi, şömine ateşinin başında toplanmış, hayalet hikâyeleri anlatarak eğleniyorlardı. Fakat bu eski geleneği canlandırmak için ısrar eden çocukların, Arthur’un herkesten gizlediği ve unutmaya çalıştığı trajik bir hikâyesi olduğundan haberleri yoktu.
Genç bir avukatken iş için İngiltere’nin ücra bir köşesine gönderilen Arthur Kipps, ıssız bataklıklar ortasındaki karanlık Eel Marsh Evi’nde geçirdiği korkunç günleri şimdiye dek kimseye anlatmadı. Ona kalsa anlatmak bir yana, yaşadıklarını anımsamak bile istemezdi ama zihninin derinliklerine sürgün ettiğini sandığı hikâye artık dile getirilmeyi talep ediyordu. Böylece Arthur, ruhunun kuytu köşelerine gizlenen şeytanları çıkarmak için Eel Marsh Evi’nin, evin yapayalnız ölen sahibi Alice Drablow’un ve onun korkunç sırrının hikâyesini yazmaya başladı.
Siyahlı Kadın, ünlü İngiliz polisiye yazarı Susan Hill’in usta kaleminden Gotik edebiyatın   ölümsüzlüğüne şahitlik eden ürpertici, büyüleyici bir hayalet hikâyesi.
Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan, ünlü İngiliz polisiye yazarı Susan Hill’in kitabı Siyahlı Kadın, film versiyonuyla da Mart ayında seyircisiyle buluşuyor… Filmin başrollerinde Harry Potter serisinden tanıdığımız ünlü oyuncu Daniel Redcliff oynuyor.

Birden soğuğun, bulunduğum yerin ne denli kasvetli ve ürkütücü olduğunun ve kasım ayının bu saatinde çöken akşam karanlığının farkına vardım. Her nevi dehşet verici düşünce ve hayallerin etkisi altında kalıp keyfimi ve moralimi bozmamak için oradan ayrılmaya karar verdim ve hızlı adımlarla eve doğru yürümeye başladım. Bayan Drablow’un belgeleriyle ilgili ön çalışmama başlamadan önce evdeki bütün ışıkları açmaya, hatta eğer mümkünse küçük bir ateş yakmaya niyetliydim. Fakat oradan uzaklaşırken bir kez daha dönüp mezarlığın çevresine baktım ve Bayan Drablow’un cenazesinde gördüğüm o tükenmiş, hastalıklı kadını yeniden gördüm. Kadın çayırın en ucunda, dik kalan birkaç mezar taşına yakın duruyordu ve üzerinde aynı kıyafetler ve bonesi vardı. Fakat bu kez bone sanki geriye kaymıştı ve böylece yüzünü biraz daha net olarak seçebiliyordum.
Kadının yüzü, yitip giden gün ışığının ardında bıraktığı gri loşlukta insan teninden çok kemiklerin pırıltısına ve solukluğuna sahipti. Daha önce kadına baktığımda, kuşkusuz her defasında kaçamak bir bakıştan fazlası olmamasına rağmen, mahvolmuş yüzünde herhangi bir belirgin ifade fark etmemiştim fakat ne de olsa kadının had safhada hastalıklı görünümüne takmıştım aklımı ilk başta. Fakat şimdi gözlerim acıyana dek, hayret ve dikkatle kadına baktığımda gerçekten de yüzünde bir ifade olduğunu görüyordum. Bu ancak –gördüğüm ifadeyi anlatmak için kelimeler yetersiz kalıyordu– çaresizlik ve hasretle kendini belli eden bir nefret ve garez diye tarif edebileceğim bir ifadeydi; bu kadın âdeta arzu edip ihtiyaç duyduğu, elde etmek için can attığı fakat ondan alınan bir şeyin arayışındaydı. Ve bunu ellerinden çekip alana karşı var gücüyle ve en katıksızından kötülük ve nefret hisleri besliyordu.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.