Selahattin Hilav’la Konuşmalar

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Selahattin Hilav’la yapılmış iki konuşma. Biri uzun, 2004 tarihli. Öbürü daha kısa, 1975 tarihli.
Bu konuşmalarda neler anlatılıyor? Selahattin Hilav’ın çocukluğu, ilk gençlik yılları, okul hayatı, Paris, İstanbul, edebiyat ve sanat çevresi. Düşünce dünyası daha geniş yer tutuyor. Marksizm, Asya-tipi üretim tarzı (ATÜT), Birey sorunu. Kemal Tahir, Nâzım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Can Yücel, Lukács, Yabancılaşma, Gerçeküstücülük, Batılılaşma, Rönesans ve Aydınlanma, Edebiyat, Roman, Şiir, Divan Edebiyatı, Osmanlıca ve Türkçe, Öztürkçe hareketi, Freud ve Psikanaliz, Marx ve Türkiye Üzerine, Meydan Larousse ve Büyük Larousse çalışmaları ve Adnan Benk, Çeviri konusu, Felsefe, Hayat ve Siyaset, Kitaplar...
Onun yaşamına ve düşünce dünyasına ışık tutan ilk elden belgeler.

Çocukluk, Lise, Üniversite ve Fransa Yılları

SELAHATTİN BAĞDATLI: Benim düşündüğüm programa göre, yapılması gereken şey, Selahattin Hilav’ın entelektüel kişiliğinin ya da kimliğinin maddi ve manevi koşullarını ortaya koymak. İsterseniz konuyu biraz daha açalım: Selahattin Hilav’ın düşüncelerini kitaplarından biliyoruz. Ancak bu düşünceleri oluşturan manevi ve maddi şartlar nelerdir? Nerelerden dolaşarak buraya geldi? Bunun yararı ne olacak? İki şey olacak. Bir, kitaplarında ve yazılarında, gerekmediği için açıklanmamış ya da yeterince açık olmayan noktaların açıklanmasına yardımcı olacaktır. Bir de, hiç dokunulmamış noktaları; yani nasıl bir entelektüel kişiliğe sahip olduğu ve bunu oluşturan şartların neler olduğunu açıklamaya katkıda bulunacaktır. Amaç budur.
SELAHATTİN HİLAV: Background’u yani.
S.B.: Evet, evet. Bu düşüncelerin altında yatan şey nedir?
S.H.: Şimdi öyle olunca, senin soruna girebilirim. Ama bunlar yazıya dökülürken göz önüne alınır, paranteze alınır, sonra belki gene konur.
S.B.: Şimdi, tabii bu benim düşüncem, katılıyor musunuz bilmiyorum. Ama üç aşağı beş yukarı meselemiz bu.
S.H.: Evet, yani, bir adam nasıl yetişmiş, neler değişmiş, bir iki bir şeyler yazmış, bir hikâye gibi bunları…
S.B.: Bu söylediklerimiz bizim için açık; ama konuya bizim kadar yakınlığı olmayan kişiler için biraz daha açalım bence. Bir bakıma, Selahattin Hilav’ın kitaplarını, yazılarını okumaya yardımcı kaynak olabilecek, açıklayabilecek, başka bir kitap oluşturmak. Oraya gidebilirsek. Amaç budur. Siz ek okuma mı diyorsunuz? Ek okuma.
S.H.: Valla onu bilmiyorum; ben sadece okumayı bilirim. (Gülüşmeler)
S.B.: Biraz da, bu konuşma içinde, konuyu kendisi belirleyecektir. Ama asıl, ana çerçeve budur. Onu açmaya çalışacağız, konuşmanın akışı içinde. Maksadımız kalın çizgileriyle belli olduysa, bunu nasıl sağlayacağız, yani metodumuz ne olacak? Bu konuda çok net bir düşünceye sahip değilim doğrusu. Ama sırasıyla, kronolojik bir düzen izleyerek; bazen de konunun gerektirdiği çıkıntıları; yani yoğunlaşmaları birlikte ele alarak bu işi götüreceğiz.
S.H.: Yani kitabı oluşturmak bu şekilde, kronolojik...
S.B.: Bir kere, ne söyleyeceksek, bütün taşlarımızı atıp ondan sonra ayıklama yöntemi. Belli bir şeyi bulmak için. Tıpkı bir heykel gibi; hani bir şaka vardır.
S.H.: Evet, bu tam Leonardo da Vinci’nin yöntemi. Biliyorsunuz, diyor ki, ben heykel yapmıyorum, mermerdeki fazla tarafları atıyorum. (Gülüşmeler)
S.B.: Evet, bizimki de ona özenmek olacak.
S.H.: Öyle büyük bir ustayı tabii örnek alacağız. Ama ne kadar yapabilirsek.
S.B.: Nereden başlayalım o zaman? Okul falan. Öyle bir şey. Şimdi bu konuda, benim bildiğim, Mehmet Seyda’nın Edebiyat Dostları’nda epey bilgi var. Baştan koyduğumuz ilkeye göre, sırayla gidersek, isterseniz çocukluğunuzdan başlayalım. Yani ilk entelektüel ilgileriniz ne zaman ve nasıl oluştu?
S.H.: Evet, ilk ondan başlamalı. Hem çocukluktan hem de okuma, öğrenme süreci nedir, önemli çünkü, ondan başlamalı. Yoksa fizyolojik olarak nasıl büyüdüğümden söz etmeyeceğiz tabii. En büyük etki, aile çevresi; bilgilenme, ilgi ve özen; önce gidiyorsunuz, her çocuk gibi, ilkokulda okuma öğreniyorsunuz. Aynı zamanda babam bize, bana ve kardeşime, ona bir iki sene sonra, o benden altı yaş ufak, eski yazı öğretmeye başladı. Orada söylediği bir şey var. Çok hoş ve doğru olduğu da yıllar sonra ortaya çıktı. “Şimdi,” dedi, “çok canın sıkılıyor belki biliyorsun, eski yazı, hiç anlaşılmaz şeyler; hep Fuzulî Divanı’nı okutuyor o zaman. Yani alfabeden falan başlamadık ama sonra bunun faydasını göreceksin.”

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.