Sekiz Beyaz Gece

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

André Aciman bu güçlü romanında, insanoğlunun duygularını etkileyici bir duyarlılıkla keşfe çıkıyor.

Genç bir adam yukarı Manhattan’da gittiği Noel partisinde, kendisini üç basit sözcükle, “Benim adım Clara.” diye tanıtan bir kızla karşılaşır. Bu ikili, sonraki yedi gün boyunca her akşam sinemada buluşur. Adam kadından etkilenmiştir ama temkinlidir yine de, adımlarını ihtiyatla atar. Aralarında yavaş yavaş oluşmaya başlayan gerilim; kararsızlık, umut ve güvensizlik duygularıyla şekillenir ve yılbaşı gecesi tılsımlı bir tutkuyla doruğa ulaşır.

‘’Roman, yalnızca Proust’la değil, Dostoyevski’yle de benzeşen bir psikolojik duyarlılığı ve yoğunluğu içinde barındırıyor.’’
The New York Times

“Psikolojiyle yüklü, derinlemesine Dostoyevski etkilenimli ve her yönüyle özgün... Evet, Aciman yine özgünlükten ödün vermediği gibi, aşk mevzularına da yabancı olmadığını gösteriyor bir kez daha.”
The Washington Post

Yemeğin ortalarına doğru, bütün geceyi başa saracağımı anlamıştım; otobüs, kar, minik yokuşu tırmanış, önümde dimdik beliren katedral, asansördeki yabancı, yüzlerin mum ışığında kahkaha ve önseziyle ışıldadığı geniş ve kalabalık oturma odası, piyano müziği, kısık sesli şarkıcı; ben, belki de bu akşam çok daha önceden gelmeliydim ya da bir parça daha geç ya da hiç gelmemeliydim, diye düşünerek odadan odaya gezinirken her taraftan duyulan çam ağacı kokusu, banyonun yanındaki duvarda klasik sepya gravürler, buradaki kanatlı kapı –konuklara yönelik olmayıp mahrem alanlara giden ancak hole doğru bir kez daha kıvrıldıktan sonra mucizevi şekilde tekrar şimdi daha çok insanın toplandığı aynı oturma odasına yönelen uzun bir koridora açılıyordu– ve pencerenin önünde büyük Noel ağacının arkasında sessiz bir köşe bulacağını düşünen bana doğru dönüp aniden elini uzatarak “Ben Clara” diyen biri.

Ben Clara, dünyadaki en bariz gerçek gibi, yıldırım hızıyla hedefi bulmuştu, sanki bu ismi başından beri biliyormuşum ya da bilmeliymişim gibi ve onu tanımadığımı veya belki de tanımazdan gelmeye çalıştığımı görünce de sanki benim rol yapmayı bırakıp herkesin daha önce defalarca bahsetmiş olduğu kuşkusuz bir isme suret kazandırmama yardımcı olacakmış gibi.

Bir başkasında, ben Clara, bir sohbet başlatma girişimine kaynaklık ederdi – alçakgönüllü, görünüşte kendinden emin, fazlasıyla gelişigüzel, mesafeli, sonradan akla gelmiş havasında, öbür türlü gevşek ve cansız kalacak bir tokalaşmaya aşırı yüklenerek karşı tarafa sağlamlık ve kuvvet hissi geçirmeyi bilen bir el sıkışmanın sözel eşdeğeri. Çekingen bir insanda, ben Clara o kadar çok gayret gerektirirdi ki, bu söyleyenin içini tüketebilir ve imayı fark etmeyi başaramamış olmanız onu adeta minnettar hale getirebilirdi.

Buradaysa, ben Clara ne cüretkâr ne de sırnaşıktı, ancak bu, yabancılarla buzları nasıl eriteceğinin kaygısını taşımayacak kadar çok söylemiş birinin deneyimli, alaycı gülümsemesiyle dile getirilmişti. Yapmacık, kayıtsız, bıkkın ve –hem kendinden, hem benden, hem de tanışmaları gerilimli ve sıkıntılı şeyler haline getirdiği için hayattan– memnuniyet duyarak– yapıp da kurtulunması gereken anlamsız bir formalite gibi gelip geçmişti aramızdan ve odanın ortasında toplanmış, şarkı söylemeye başlamak üzere olan diğerlerinden uzakta duruyor oluşumuza bakılırsa işler her zamanki gibi yoluna girmişti. Sözcükleri üzerime boca olmuştu; kış gününün bağrında bahar dalından izler bırakarak, iş başka insanlara geldiğinde umursamazlığa bürünen ya da kaybedecek şeyi olmayan insanlara has o düşüncesiz teklifsizlikle önlerine çıkan her şeyi ayağa kaldırarak engelleri süpüren ve kapıyı pencereyi ardına kadar açan şu ani rüzgârlardan biri gibi. Telaş ediyor ya da sıkıcı adımları es geçiyor değildi, ancak o iki sözcüğünde büsbütün nahoş ya da kasıtsız olmayan bir kriz ve patırtı havası da vardı bir nebze. Bu onun vücut yapısına da uyuyordu, çenesinin fırlak kibrine, göğüs kemiğine kadar düğmelenmeden bırakılmış vual inceliğindeki kıpkırmızı bluzuna, tenindeki ince platin kolyesinin pırlanta topu kadar pürüzsüz ve sert kabartısına.

Ben Clara. Davetsizce çıkagelmişti, tıpkı hıncahınç bir salona perdenin açılışına saniyeler kala itiş kakış giren bir izleyici gibi; herkesi rahatsız ederken bir yandan da yol açtığı karışıklıkla açıkça eğlenerek, o kadar ki sezonun geri kalan kısmı boyunca kendisinin olacak o koltuğu bulur bulmaz ceketini çıkarıp omuzlarına alır, yeni komşusuna dönerek verdiği rahatsızlıktan ötürü abartıya kaçmadan özür dilemeyi amaçlayarak, gizliden “Ben Clara” diye fısıldardı. Bütün bir yıl boyunca burada göreceğin Clara’yım ben, bu yüzden gel bunu en iyi şekilde değerlendirelim, anlamına geliyordu bu. Yanı başında oturacağını hiç düşünmediğin Clara’yım ben, ama bak işte buradayım. Bu yıl ve bundan sonraki yıllar boyunca, her ayın her günü yanında olmasını dileyeceğin Clara’yım ben – ve bunun da farkındayım ve kabul etmeli ki her ne kadar göstermemeye çalışıyor olsan da bana gözün iliştiğinden beri sen de biliyorsun bunu. Ben Clara.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.