Saat Kulesi - Kısa Metinler ve Hikâyeler

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Refik Algan, öykücülüğümüzde bugün pek revaçta olan “kısa metin” ya da “kıpkısa öykü”yü ilk deneyen yazar olarak, adını 1978-80 yıllarında Yazı ve Oluşum dergilerinde duyurmuştu. Yirmi yılı geçen suskunluğun, geri çekilmenin ardından, bugün yepyeni öyküler kotarmaya başladı. Saat Kulesi’nde, her birinin içinde bir roman zembereği kurulu kısa metinler, dokunaklı ve ustalık dolu öykülerle kol kola giriyor.

Hoş Geldin!

Rahatsız etmem, değil mi? Adım Jale! Ben de memnun oldum. Tolga’yla buluşacaktık, ona bakıyorum. E, sen nasılsın, Kaan? Plağın çıkmış değil mi? Ay, çok güzel. Long değil demek. Neyse canım, sonra onu da yaparsın. Ben mankenlik yapıyorum; Kaan bilir, Tolga sana söylemişti, değil mi? Ay, çok yorucu bir meslek; neyse bir ara Sezer de bana söylemişti, “Çok güzel sesin var” dedi, “Pek rastlanır cinsten değil. Gel bana, seni üç ayda şarkıcı yapayım,” dedi, “Sözlerini de ben yazarım.” Gitmedim, mankenliği seviyorum. Bak, plağının satışı için, yeni plaklar için filan seni Sezer’le tanıştırabilirim. Ne zaman istersen! Tolga gelsin, onunla da konuşalım. Yok canım, Sezer benimle niye ilgilenmesin? Hiç de öyle değil, çok iyi arkadaşız… Siz ne içeceksiniz? Çay olsun, peki. Sonra dışarda da plak için bir şeyler yapabilir. Dışarı gittim, yeni geldim. Altı arkadaş gittik, hepimiz okuldan... Alay etmesene ama. Özel davetliydik. Hilton Oteli’nde kaldık. Aman nasıl yorucu! Günde iki defa podyuma çıktık. Artık onu çıkart, öbürünü giy. Yardım için… Beş kuruş da para almadık, onun için diyorum, Turizm Bakanı da beni tanır, plağının reklamını orada da yaptırmak mümkün… Bu çay benimki miydi? Soğumasın bari. Ellerime pek bakamıyorum bugünlerde, işçi eli gibi değil mi? Evet, kiremit kırmızısı bu yıl moda. Şanel etek, yüksek topuk. Ama herkesin sırtında, bugün öylesine giyinmeden çıktım sokağa. Ay, neler oldu, neler? Kaan, sen bilirsin, Tolga bana hep ısrar ediyor. Yeniden birlikte olalım, diye. Bırak artık o çocuğu, diye… Tolga işten kaçta çıkıyor acaba? O da elektrikçinin yanından ayrılacaktı bugünlerde, yeniden okula başlayacak. Gelsin, ona bak ne sürprizim var bugün! Hep söylerdi, “Benim bir sırrım var, beni tamamen sevdiğine inandığım zaman söyleyeceğim,” diye. “Tolga, niye bana inanmıyorsun?” diye sorardım. “Ne var şurda ki, söylesen ne olur?” “Bir gün öğrenirsin, ben söyleyinceye kadar sabret,” derdi. Bugün Ayşe’yle konuşuyorduk. “Tolga’ya gideceğim, sen tanırsın,” dedim. Daha önce hiç Ayşe’yle Tolga hakkında konuştuğumuz olmamıştı hiç. Pek Ayşe’yle arkadaşlığımız da yoktur zaten, berberde karşılaştık. “Tolga kim?” dedi. “Nasıl tanımazsın, canım? Hani şu sarışın, sizin orada oturan çocuk.” “Yok canım” dedi, “Onun adı Şakir, Tolga olur mu hiç!” “Nasıl olur?” dedim, ama pek de bozuntuya vermedim. Yani nereden bileyim, siz de hep “Tolga” diyorsunuz. Bak, gelsin, “Hoş geldin, Şakir” diyeceğim ona… Evet, bir çay daha içerim, nasılsa iyi çay yapmışlar. Ne bileyim, pek iyi olmaz da çay buralarda, karbonat koyuyorlar içine. Samsun içerim, çok teşekkürler. Ha, onu anlatıyordum, nerelere geldik; bugün böyle çıktım sokağa. Tolga, “O çocuktan ayrıl, yine beraber olalım,” diye ısrar ediyordu ya, bugün gittim ona. Ay, nasıl bir taraftan da tiril tiril titriyorum. Nasıl korkuyorum “Ayrılalım artık,” demeye. Bana bir vursa mahvolurum. Boyu şöyle işte, kocaman bir şey. Çok da yakışıklı. En sonunda, “Ayrılalım artık,” dedim. Ay, nasıl korkuyorum bir taraftan. Hiçbir şey söylemedi. Ay, başlamasın mı ağlamaya! O ağlar, ben ağlar. “Aaa, n’oluyoruz böyle?” dedim, “Ağlamayalım artık.” Neyse, ayrıldık –ama yine arkadaşız– ayrıldıktan sonra berbere gittim, biraz vakit geçti orada, açıldım. Saçlarımı tarattım; nasıl böyle daha iyi olmuş, değil mi? Berberden kalktım, hemen buraya geldim. Şu Tolga nerede kaldı acaba? Nasıl şaşırır kim bilir? “Hoş geldin, Şakir!” diyeceğim.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.