- A-Z
- KONU DİZİNİ
- Cogito
- Çizgi Roman
- Delta
- Doğan Kardeş
- Ansiklopedi
- Bilim
- Çocuk Çizgi Roman
- Deneme
- Destan
- Dünya Klasikleri
- Efsane
- Eğitim
- Etkinlik
- Gençlik
- Gezi
- Hikâye-Öykü
- İlkgençlik
- Klasik Dünya Masalları
- Masal
- Mitoloji
- Modern Dünya Klasikleri
- Okul Çağı
- Okul Öncesi
- Oyun
- Resimli Öykü
- Resimli Roman
- Resimli ve Sesli
- Roman
- Romandan Seçmeler
- Röportaj
- Seçme Denemeler
- Seçme Öyküler
- Seçme Parçalar
- Seçme Röportajlar
- Seçme Şiirler
- Seçme Yazılar
- Şiir
- Edebiyat
- Anı
- Anlatı
- Biyografi
- Deneme
- Derleme
- Eleştiri
- Gezi
- Günce
- İnceleme
- Libretto
- Mektup
- Mitoloji
- Modern Klasikler
- Otobiyografi
- Oyun
- Öykü
- Polisiye-Gerilim
- Roman
- Senaryo
- Söyleşi
- Yaşantı
- Yazılar
- Genel Kültür
- Halk Edebiyatı
- Masal
- Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar
- Koleksiyon Kitapları
- Lezzet Kitapları
- Özel Dizi
- Sanat
- Kare Sanat
- Sergi Kitapları
- Şiir
- Türk Şiir
- Tarih
- XXI. Yüzyıl Kitapları
- Sosyoloji - Sağlık
- TEKRAR BASIMLAR
- YENİ ÇIKANLAR
- ÇOK SATANLAR
Rosebud - Biyografi Parçacıkları
-
Kategori:
Edebiyat / Biyografi -
Yazar:
Pierre Assouline -
Çeviren:
Elif Gökteke -
ISBN:
978-975-08-1543-0 -
Sayfa Sayısı:
160 -
Ölçü:
13.5 x 21 cm -
YKY'de İlk Baskı Tarihi:
Ocak 2009
“ROSEBUD, İngilizce kelime, anlamı ‘gül tomurcuğu’, Yurttaş Kane’deki metafor...”
Otuz yılı aşkın bir süredir herkeste bu rosebud’ı arıyorum. Bizi başkalarına ifşa ederek ele veren o önemsiz şeyi.
Rosebud, bir giysi, bir nesne, bir hareket olabilir. Kristal bir kürenin içindeki kar manzarası, ya da bir sanat yapıtı, ya da bir madlen. Bir iz, bir kalıntı olabilir. Hatta bazen basit bir kitap sayfası, ya da bir sözcük.
Sadece bir ayrıntıysa pek önemi yok, yeter ki doğru bir ayrıntı olsun.
Rudyard Kipling, Henri Cartier-Bresson, Paul Celan, Jean Moulin, Lady Diana Spencer, Picasso, Pierre Bonnard rosebud’larını gizlerler. Sadece biyografi parçacıkları, hakikatin gölgeleri onlarda aslolan ve kavranamaz şeyleri açığa çıkarmaya imkân tanır.”
Pierre Assouline
Mösyö Henri’nin Baston Taburesi
Henri Cartier-Bresson, altmış yaşından sonra, günün birinde, ilk aşkı olan çizimle yeniden biraraya gelir. Büyük fotoğrafçı artık mutluluğu elindeki kalemle bulur. Yine de, röportajdan vazgeçmesi fotoğrafa veda ettiği anlamına gelmez; ceketinin cebinde, güderi bir kılıfa gizlenmiş bir Leica, sahibi son nefesini verene kadar, onun parmaklarının dokunuşunu hep dört gözle bekleyecektir. Cartier-Bresson, sadece koşmayı bırakır. Dinlenmek için değil, bir yere konmak için.
Bir baston taburenin üstüne konup sanat yapıtlarının seyrine dalmak için.
Fotoğrafçı, Giacometti’nin yoğurduğu gibi yürüyen adamdır. Yürümeyi bırakırsa ölür ya da çizer olarak yeniden doğar. Dünyayı otururken başka, ayaktayken başka görürüz. Yargıçlar ve savcılar bilir bunu. Dijital çağın tarihöncesinde, fotoğrafçıları iki kategoriye ayırmak mümkündü: Avlarına Kyklop gözleriyle tehdit ederek saldıran 24x36 taraftarları ile avlarının önünde laik bir duayla eğilen 6x6 taraftarları. Jean-Luc Godard bunu, kendi üslubuna şöyle oturtur: Sinemada kafayı kaldırırız, televizyon karşısında bakışlarımızı indiririz.