Romanovlar 1613 - 1918

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

“Moğollardan sonra en çarpıcı başarıya ulaşmış imparatorluk kurucuları”

Yaşadıkları dönemde yeryüzünün altıda birine hükmeden Romanovlar, modern çağın en başarılı hanedanıydı. Romanov hanedanına mensup 20 hükümdar 1613’ten çarlığın 1917 Devrimi’yle yıkılışına kadar, yani 304 yıl boyunca hüküm sürdü. Korkunç İvan döneminde başlayan bu hâkimiyet, Rasputin döneminde son buldu.

Peki, bu aile savaşla harap olmuş bir prensliği dünyanın en büyük imparatorluğuna nasıl dönüştürebildi ve bu imparatorluğu nasıl yitirdi?

Romanovlar’da bir bölümü dehadan, bir bölümü delilikten nasiplenmiş ama hepsi kutsal otokrasi fikrinden ve emperyal hırstan ilham almış 20 çar ile çariçenin tarihini okuyacaksınız. Montefiore, sürükleyici anlatımıyla onların sınırsız iktidarla ve imparatorluk kurmaya dönük acımasızlıkla belirlenen, saray entrikalarının, aile çekişmelerinin, seks düşkünlüğünün ve çılgınca savurganlığın gölgesinde kalan gizli dünyasını gözler önüne seriyor.

Bu sahnenin geniş oyuncu kadrosunda maceraperestler, saraylılar, devrimciler ve şairler, ayrıca Korkunç İvan’dan Tolstoy’a, Kraliçe Victoria’dan Lenin’e kadar uzanan tarihsel kişilikler yer alıyor. Kitabın sonunda ise son derece etkileyici bir dille Nikolay ve Aleksandra çifti, Rasputin’in yükselişi ve öldürülüşü, savaş ve devrim, bütün ailenin feci bir vahşetle katledilişi anlatılıyor.

Yeni arşiv araştırmalarına dayanan ve parlak bir edebi üslupla kaleme alınan Romanovlar hem büyüleyici bir zafer ve trajedi, aşk ve ölüm hikâyesi, hem genel bir iktidar incelemesi hem de Rusya’ya bugün bile damga vuran imparatorluğun portresi.

Simon Sebag Montefiore’nin Romanovlar’ı, büyük ölçekli bir epik tarih örneği... Komploların, darbelerin, suikastların, işkencelerin, seks ve alkol düşkünlüğünün, şarlatanlığın ve düzenbazlığın, serfliğe dayalı zenginliğin ve bekleneceği üzere, baskı ve isyandan oluşan bir kısırdöngünün hikâyesi. Burada anlatılanlarla kıyaslanınca Game of Thrones sıkıcı görünüyor... Montefiore’nin muhteşem kitabını okurken, Rus monarşisinin böylesine korkunç liderlerle nasıl ayakta kalabildiğini hayal etmek zorlaşıyor.  – Antony Beevor, "Stalingrad ve Berlin’in Düşüşü" 1945’in yazarı

Mihail’in Moskova’ya gitmek için acelesi yoktu ama Moskova onun gelişini görmeye can atıyordu. İç savaşta üstünlük için yarışanlar (aristokrat kodamanlar, yabancı krallar, Kazak kabile reisleri, sahtekârlar ve maceraperestler) tacı ele geçirme hırsıyla Moskova’ya ulaşma çabası içindeydi. Ama Mihail Romanov ve Rahibe Marfa isteksizdi. Bir tahta oturmaya giden böylesine perişan, mızmız ve mahzun bir kafile daha önce hiç görülmemişti. Ama Rusya’nın 1613 başlarındaki durumu vahimdi, yaşadığı sarsıntı korkunçtu. Kostroma ve Moskova arasındaki bölge tehlikeliydi; Mihail cesetlerin sokaklara saçıldığı köylerden geçecekti. Rusya şimdiki Rusya Federasyonu’ndan çok daha küçüktü; kuzeyde İsveç’le sınırı Novgorod’a, Polonya-Litvanya sınırı Smolensk’e yakındı, doğuda Sibirya’nın büyük bir bölümü henüz fethedilmemişti ve güneydeki topraklar hâlâ büyük ölçüde Tatar Hanlığı’na aitti. Rusya aynı dönemde yaklaşık dört milyon nüfuslu İngiltere’ye kıyasla 14 milyona varan kalabalık bir nüfusun yaşadığı uçsuz bucaksız bir ülke olmakla birlikte, neredeyse parçalanmış durumdaydı. Kıtlık ve savaş ahalisini kırıp geçirmişti; Polonyalılar hâlâ delikanlı-çarı kovalamaktaydı; İsveç ve Polonya-Litvanya orduları Rusya içlerine ilerlemek üzere yığınak yapmaktaydı; taht taliplerinin barındığı güneyde Kazak askeri önderleri geniş alanlara hâkimdi; para yoktu ve saray mücevherleri yağmalanmıştı; Kremlin sarayları haraptı.

Mihail’in hayatındaki dönüşümün sarsıcı olması kaçınılmazdı: Bir çarlık sarayının teker teker toplanacak saraylılar, gümüş kaşıklar ve elmaslarla yeniden inşası şarttı. Mihail ve annesi başkentte onları bekleyen durumdan hiç kuşkusuz korkuyorlardı; endişeli olmalarını gerektirecek her türlü sebep vardı. Gelgelelim unvansız bir soylu aileden gelen ve babası yabancı bir zindana tıkılmış bu genç, her şeyden önce ailenin ilk hamisi Korkunç İvan’a borçlu olduğu bir azametin yükünü taşımak zorunda kaldı.

Ölümünden otuz yıl sonra, İvan’ın ürkütücü gölgesi hâlâ Rusya’nın ve genç Mihail’in üzerindeydi. İvan Rusya İmparatorluğu’nu genişletmiş ve neredeyse içeriden çökertmişti. Elli yıllık zafer ve cinnet döneminde önce Rusya’nın ihtişamını artırmış, ardından bünyesine zehir saçmıştı. İlk ve gözde eşi, ilk nesil oğullarının annesi bir Romanov’du; ailenin bahtı da onunla açıldı.

İvan’ın kendisi yarı efsanevi İskandinav Prensi Rurik’in soyundan gelen bir ailenin çocuğuydu. Slavların ve diğer yerel kabilelerin 862’de başlarına geçmesi için davet ettikleri bu prens, ilk Rus hanedanını kurdu. Onun soyundan gelen Rus Büyük Prensi Vladimir 988’de Bizans imparatorunun ve patriğinin otoritesi altında Kırım’da Ortodoksluğu benimsedi. Kiev Rus Prensliği olarak bilinen ve Rurik hanedanının bir arada tuttuğu gevşek prenslikler konfederasyonu, sonunda neredeyse Baltık’tan Karadeniz’e kadar yayılacaktı. Ama 1238-1240’ta Cengiz Han’ın Moğol ordularınca parçalandı. Moğollar Rusya’yı boyunduruk altında tuttukları iki yüzyıl boyunca, Rurik prenslerinin bağımlı küçük prensliklerde hüküm sürmelerine izin verdiler. Onların Tanrı’ya bağlı tek bir evrensel imparator görüşü ve gaddarlığa varan keyfi yargı kararları, Rus otokrasi fikrine katkıda bulunmuş olabilir. Moğollarla epeyce karışmalar ve evlilikler ortaya çıktı; birçok ünlü Rus ailesi onların soyundandı. Rus prensleri Moğol otoritesine adım adım kafa tutmaya başladılar. Kuzeydeki Büyük Novgorod Cumhuriyeti ve güneydeki Rostov başta olmak üzere, Rus kentlerinin birçoğunu Moskova tacı altında toplayan Moskova Büyük Prensi III. İvan (Büyük İvan) 1480’de kararlı bir tavırla Moğol hanlarının karşısına dikildi. Bu arada Bizans’ın Müslüman Osmanlıların eline geçmesinden sonra, Ortodoksluğun liderliğine soyundu. Son Bizans imparatorunun yeğeni Sofya Paleolog’la evlenmesi, kendisini imparatorların vârisi olarak sunmasını sağladı. Kendisine yakıştırdığı “Sezar” unvanı zamanla Rusça haliyle “Çar”a dönüştü ve bu yeni emperyal statüsü keşiş propagandacılarının Rus topraklarını yeniden bir araya getirdiğini ileri sürmesine olanak verdi. Oğlu III. Vasili’nin erken yaşta ölmesi nedeniyle, bu uğraşı asıl devam ettiren henüz çocuk yaşta tahta çıkan torunu IV. İvan oldu. Annesi belki de zehirlenen ve saraylılar arasındaki çekişmelerin şiddete büründüğü bir ortamın sarsıntısını yaşayan küçük çar, büyüdüğünde karizmatik, dinamik ve yaratıcı olduğu kadar dengesiz ve öngörülemez kişiliğiyle Korkunç İvan olarak anılacaktı.

On altı yaşına girdiği 1547’de çar unvanının verildiği ilk büyük prens olarak taç giyen genç otokrat, bir eş arayışına çoktan girmişti. Çarlığın her iki önceli Moğol hanları ve Bizans imparatorlarından kaynaklanan gelenek uyarınca, bir gelin adayı geçidi düzenlenmesini istedi. Saraya girecek gelinle ilgili yapılacak her tercihin getireceği sonuç yeni sülalelerin iktidara taşınması, öbürlerinin ise yıkılmasıydı. Gelin adayı geçidi, çarın orta sınıf eşraftan bir kızı bilinçli seçmesi yoluyla, bu kargaşayı azaltmaya yönelikti. Ülkenin her yanından beş yüz bakirenin katıldığı Rönesans tarzındaki bu güzellik yarışmasını kazanan Anastasya Romanovna Zaharina-Yuriyeva, hikâyemizin başındaki genç Mihail’in büyük halasıydı.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.