Öteki Renkler - Seçme Yazılar ve Bir Hikâye

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

"Öteki Renkler", Orhan Pamuk’un “Pencereden Bakmak” adlı hikâyesiyle, 1980’lerin sonundan 1990’ların sonuna dek yurtiçi ve yurtdışında çeşitli dergilere yazdığı yazılardan, yaptığı söyleşilerden, günlük parçalarından, yerli ve yabancı birçok yazar üstüne yazdıklarından ve politik makalelerinden oluşan zengin bir seçki. Yazarın romanlarını sevenler için onu daha yakından tanıma, yazara yabancı olanlar içinse Pamuk’un dünyasına iyi bir giriş sayılabilecek "Öteki Renkler", yıllar boyunca tekrar tekrar dönülüp okunacak bir kitap.  

Pamuk kişisel ve edebi dünyasını okurlarına içtenlikle açıyor...
"Öteki Renkler" Orhan Pamuk’un çocukluk anılarından mutluluk saatlerine, romanlarını nasıl yazdığından gezi notlarına, sevdiği yazarlar ve kitaplar hakkındaki eleştirilerinden kişisel itiraflarına, şikâyetlerine, siyasi öfkelerine, kültür ve gündelik hayat konusundaki heyecanlarına uzanıyor ve yazarın yalnız romanda değil, düzyazıda da ne kadar usta olduğunu kanıtlıyor. Kaleme aldığı makalelerden, tuttuğu defterlerden, verdiği röportajlardan yapılan bu titiz seçmede, Pamuk kızı Rüya ile olan arkadaşlığını, sigarayı bırakışını, gençlik bunalımlarını, günlük hayatını, sinema zevkini, Boğaz yangınlarını, bildiği İstanbul’u, yalnızlık ve mutlulukla ilgili takıntılarını, toplumun ve kendisinin korkularını ve paranoyalarını anlatıyor. Yazar kitabında ayrıca Dostoyevski’den Tanpınar’a, Kemal Tahir’den Oğuz Atay’a pek çok yazarı ve kitaplarını tartışıyor; roman kuramı, Doğu ve Batı, milliyetçilik ve Avrupa üzerine düşüncelerini açıyor. Nişantaşı’nda geçen ve bir çocuğun gözünden anlatılan “Pencereden Bakmak” adlı uzun hikâye ile birlikte bu kitap, Orhan Pamuk’un Nobel Ödülü’ne uzanan başarılı yolculuğunda renkli dünyasına ışık tutuyor.

“Pamuk yaşayan en büyük yazar.”
LE POINT

“Pamuk dünyanın en iyi yazarlarından biri.”
THE NEW STATESMAN

Mutlu olabilmem için her gün bir miktar edebiyatla ilgilenmem gerekiyor. Bunu özür diler gibi ve durumumu açıklamak için söylüyorum. Hani her gün bir ilaçtan bir kaşık alması gereken hastalar vardır. Herkesinki gibi bir hayat sürebilmek için şeker hastalarının her gün bir kere iğne olmaları gerektiğini çocukluğumda öğrendiğimde çok acımıştım onlara; yarı ölü olduklarını düşünmüştüm. Edebiyata bağımlılığım da beni bu anlamda “yarı ölü” durumuna getirmiştir. Hayattan kopuk olduğumu söyleyenlerin de bu “yarı ölü” duruma işaret ettiklerini sanıyorum. Yarı hortlak da diyebiliriz buna. Belki de ölüyüm de, içimdeki cesedi edebiyatla hayata döndürmeye çalışıyorum. Kaşıkla ya da iğneyle alınan ilaç gibi her gün “almam” gereken edebiyatın, esrarkeşlerde olduğu gibi bazı nitelikleri ve anlamlı bir “dozu” var.

Önce “mal” iyi olmalı. İyilikten hakikiliği ve kuvveti anlıyorum. İnanabildiğim sıkı, yoğun, derin bir roman parçası beni her şeyden daha çok mutlu eder ve hayata bağlar. Yazarının ölü olmasını da tercih ederim. Anlıyorsunuz değil mi, küçük bir kıskançlığın gölgesi, içten gelen hayranlığımın tadını kaçırmasın diye. Zaten yaşım ilerledikçe, en iyi kitapları ölü yazarların yazmış olduğunu görüyorum. Ölmemişlerse de, bu harika yazarların aramızdaki varlıkları hortlaklara benzer. Bu yüzden onları sokakta görünce hortlak görmüş gibi heyecanlanır, gözlerimize inanamaz, uzaktan şöyle bir merakla bakarız. Pek az cesur kişi, koşup hortlaktan imza ister. Merak etmeyin, biraz sonra o da ölecek, böylece kitapları daha da iyi olacaktır.

Her gün almam gereken “edebiyat”ın “dozu,” eğer ben yazıyorsam, bambaşkadır. Çünkü benim gibilerinin durumunda, en iyi tedavi, en büyük mutluluk kaynağı, her gün iyi bir yarım sayfa yazmaktır. Yirmi beş yıldır aşağı yukarı her gün on saatten olmak üzere bir odada, masamda yazıyorum. Ortaya çıkarabildiğim, yayımlayabildiğim miktar, bu yirmi beş yılda ortalama her gün yarım sayfadan da az. Üstelik büyük ihtimalle benim “iyi” dediğim ölçüden de biraz eksik. İşte size mutsuz olmak için iki büyük neden.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.