- A-Z
- KONU DİZİNİ
- Cogito
- Çizgi Roman
- Delta
- Doğan Kardeş
- Ansiklopedi
- Bilim
- Çocuk Çizgi Roman
- Deneme
- Destan
- Dünya Klasikleri
- Efsane
- Eğitim
- Etkinlik
- Gençlik
- Gezi
- Hikâye-Öykü
- İlkgençlik
- Klasik Dünya Masalları
- Masal
- Mitoloji
- Modern Dünya Klasikleri
- Okul Çağı
- Okul Öncesi
- Oyun
- Resimli Öykü
- Resimli Roman
- Resimli ve Sesli
- Roman
- Romandan Seçmeler
- Röportaj
- Seçme Denemeler
- Seçme Öyküler
- Seçme Parçalar
- Seçme Röportajlar
- Seçme Şiirler
- Seçme Yazılar
- Şiir
- Edebiyat
- Anı
- Anlatı
- Biyografi
- Deneme
- Derleme
- Eleştiri
- Gezi
- Günce
- İnceleme
- Libretto
- Mektup
- Mitoloji
- Modern Klasikler
- Otobiyografi
- Oyun
- Öykü
- Polisiye-Gerilim
- Roman
- Senaryo
- Söyleşi
- Yaşantı
- Yazılar
- Genel Kültür
- Halk Edebiyatı
- Masal
- Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar
- Koleksiyon Kitapları
- Lezzet Kitapları
- Özel Dizi
- Sanat
- Kare Sanat
- Sergi Kitapları
- Şiir
- Türk Şiir
- Tarih
- XXI. Yüzyıl Kitapları
- Sosyoloji - Sağlık
- TEKRAR BASIMLAR
- YENİ ÇIKANLAR
- ÇOK SATANLAR
Örümceklerin Yuvalandığı Patika
-
Kategori:
Doğan Kardeş / Roman -
Yazar:
Italo Calvino -
Çeviren:
Kemal Atakay -
Resimleyen:
Gianni De Conno -
Yaş Grubu:
10 - 14 yaş -
ISBN:
978-975-08-3047-1 -
Sayfa Sayısı:
224 -
Ölçü:
14 x 21.5 cm -
YKY'de İlk Baskı Tarihi:
Eylül 2014
Calvino’nun ilk romanı "Örümceklerin Yuvalandığı Patika", Yapı Kredi Yayınları’nın Doğan Kardeş dizisinden çıkan resimli baskısıyla okurlarla buluşuyor...
Calvino, bu romanında, Pin adında yetim, ağzı bozuk, sokakları herkesten iyi tanıyan, yaşıtlarıyla değil büyüklerle arkadaşlık eden saf ve cahil bir çocuğun üzerinden savaş, zulüm ve meydan okumayı anlatır. İkinci Dünya Savaşı sırasında, 16 yaşındayken, faşist Mussolini’nin ordusuna girmeyi reddederek direniş mücadelesine katılan Italo Calvino’dan masalsı ve yürek burkan bir hikâye...
Yolun sonuna ulaşmak için, güneş ışınları, lacivert gök çizgisi boyunca uzanan kemerlerin birbirinden ayırdığı soğuk duvarları yalayarak dümdüz inmek zorunda.
Dümdüz iniyor güneş ışınları, duvarlara gelişigüzel oyulmuş pencerelerden, pencere eşiklerindeki tencerelere ekili fesleğen ve kekiklerden, iplere asılı çamaşırlardan aşağı; sonra daha aşağı, basamaklı ve çakıl döşeli, ortada katır sidiği için bir suyolunun bulunduğu kaldırım taşına.
Pin’in bir bağırması, dükkânın önünde, burnu bir karış havada, yüksek perdeden bir şarkı tutturması ya da kunduracı Pietromagro’nun vuracağı şaplak ensesine inmeden bir çığlık atması yetiyor, pencerelerde bir sesleniştir, bir küfürdür yankılanıyor: “Pin! Gene günün bu saatinde kafa ütülemeye başladın! Haydi, şu şarkılarından birini söylesene bize, Pin! Pin, seni haylaz, derdin ne senin? Pin, maymun suratlı! Boğazı kuruyasıca, sesi çıkmayasıca! Sen yok musun sen, bir de şu tavuk hırsızı ustan! Sen yok musun sen, bir de şu döşeklik ablan!”
Ama Pin, sokağı yarılamış bile, elleri üzerine bol gelen ceketinin ceplerinde, gülmeden tek tek yüzlerine bakıyor: “Hey Celestino, biraz sussana! Üzerindeki yeni giysi de pek güzelmiş. Sahi, Moli Nuovi’den kumaş çalan kimmiş belli olmadı mı hâlâ? Ne ilgisi var, desene. Selam Carolina, ucuz atlattın geçen sefer. Evet, geçen sefer ucuz atlattın, kocan yatağın altına bakmadığı için.
Sana gelince, Pasquale: Senin köyünde olup bitenleri de anlattılar bana. Evet, evet, Garibaldi köyünüze sabunu getirmiş, senin köylüler hop mideye indirmişler. Sabun lüpleten Pasquale! Yahu, sabun kaça haberiniz var mı?”
Pin’in boğuk bir sesi var, büyümüş de küçülmüş gibi; her espriyi, gayet ciddi, alçak sesle söylüyor, sonra birden ıslığı andıran i-i-i-i’li bir kahkaha patlatıyor ve kırmızı-siyah çilleri bir yabanarısı sürüsü gibi gözlerinin çevresine üşüşüyor.
Pin’le alay etmeye gelmez; sokakta olup biten her şeyi bilir, ne yumurtlayacağı hiç belli olmaz. Sabah akşam pencerelerin dibinde boğazını yırtarcasına şarkılar söyler, bağırır çağırır, bu arada Pietromagro’nun dükkânında dağ gibi yığılı dibi delik ayakkabıların tezgâhı örtmesine, hatta sokağa taşmasına ramak kalmıştır.
“Pin! Seni maymun! Seni çirkin suratlı!” diye bağırıyor kadının biri. “Bütün gün kafa ütüleyeceğine, şu benim pabuçlara pençe vursana! Bir aydır dükkânınızdaki yığının içinde öylece duruyor. Hele ustan bir hapisten çıksın, ona söyleyecek bir çift sözüm var!” Pietromagro yılın yarısını hapiste geçirir, talihsiz doğmuştur çünkü ve civarda bir hırsızlık olduğunda, mutlaka onu içeri atarlar. Geri döner ve dağ gibi yığılmış dibi delik ayakkabıları, başıboş bırakılmış açık dükkânı görür. O zaman tezgâhın başına geçer, eline bir ayakkabı alır, evirir çevirir, yeniden yığının içine atar; sonra sakallı yüzünü kemikli ellerinin arasına alıp söver. Pin ıslık çalarak çıkagelir, henüz bir şeyden haberi yoktur; karşısında Pietromagro’yu buluverir, havaya kaldırdığı iki eli, çevresi sapsarı gözbebekleri ve köpek tüyünü andıran kısa sakalın kararttığı yüzüyle. Çığlık atar, ama Pietromagro onu enselemiştir ve bırakmaz; dövmekten yorgun düşünce, onu dükkânda bırakıp meyhaneye sıvışır. O gün yüzünü bir daha gören olmaz.
Alman denizci, iki günde bir akşamları Pin’in ablasına gelir. Her defasında, denizci yokuşu çıkarken, Pin sigara otlanmak için yolda onu beklerdi; başlarda adam cömert davranıyor, her gelişinde üç dört sigara verdiği bile oluyordu. Alman denizciyle alay etmek kolay, çünkü söylenenleri anlamaz ve o donuk, şakaklarına kadar tıraşlı ablak yüzüyle öylece bakar. Sonra, çekip gittiğinde, arkasından alay edebilirsin, nasıl olsa dönüp bakmayacaktır. Arkadan görünüşü gülünçtür: İki siyah şerit, denizci beresinden kısa ceketinin açıkta bıraktığı poposuna kadar iner – üzerine yasladığı koca Alman tabancasıyla dolgun, kadınsı bir popo.