Mit ve Destan I - Hint-Avrupa Halklarının Destanlarında Üç İşlev İdeolojisi

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

“Hint-Avrupalıların dünyayı açıklayışı, insanlığın sayısız rüyasından sadece biridir ve içeriği bakımından, ayrıcalıklı bir rüya da değildir. Ama onun gözlem koşulları bakımından ayrıcalığı vardır ve bu, Hint-Avrupalıların mirasçısı olan halkların, bugünkü gerileme ve gelecekteki muhtemel ‘tahttan çekilme’lerinden önce, –gerçek– tarihte öylesine erken, öylesine uzun, öylesine hatırı sayılır ve sürekli kayda geçirilmiş bir rol oynamalarına yol açan şartlar silsilesinden kaynaklanır: Diğer hiçbir örnekte, aynı ideolojinin başından bazen binlerce yıl boyunca geçen maceraları, birbirlerinden tamamen ayrıldıktan sonra bile bu ideolojiyi korumuş sekiz veya on insan grubu içinde izleme olanağı yoktur. Bu yaratıların karşılaştırmalı olarak incelendiklerinde oluşturdukları tablo, her şeyden önce insan zihninin doğurganlığına tanıklık etmektedir: İster muazzam bir şiir halinde genleştirilmiş, ister kısacık bir öykünün birkaç sayfasına yoğunlaştırılmış halde olsunlar, bu yaratıların hepsi şaşırtıcıdır... ”

Tarihi okumak, öncelikle yazıcının eline yön veren temsil sistemlerini saklandıkları yerden bulup çıkarmak, “birer bütün olarak anlam taşıyan bütünleri öne çıkarmak”, “olgular”ı bir araya getirip düzenleyen ilişkilerin yapısını saptamaktır. Roma Cumhuriyeti’nin tarihçileri malzemelerini şekillendirmek, yakın geçmişlerinin bazı bölümlerini mevcut, kullanışlı ve rahat bir kalıbın içine dökmek, MÖ 390’daki kuşatmanın en kanıtlayıcı örneğini oluşturduğu birçok hadiseyi birbiriyle uyumlu bir biçimde “sahneye taşımak” için Hint-Avrupa toplumsal işlevler yapısına başvurmuşlardı.

Allia bozgunundan sonra çizilen Roma tablosu, felaketin başını çeken üç hata, Camillus’un sürgün edilmesine yol açan üç şikâyet veya elçilerin Coriolanus’a anlattıkları ve asi generale isnat edilen “günah” üçlemesi hep aynı şekilde, üç bölümlü şemaya göre eklemlenirler. “Roma tarihinden koparılmış bu sayfalar”ın her biri için yazım mekanizması otopsi masasına yatırılıp, ayrıntılarıyla gözden geçirilir. Bütünlerin gizlendikleri yerlerden dışarı uğratılmaları, yapıların keşfedilmesi, eklemlenmelerin işaretlenmesi, zekâ için tam bir şölen oluşturur. Ve yazardan cesaret alan okuyucu da oyuna katılır, anahtarı eline alıp denemeler yapmaya başlar, araştırmacının önüne geçmeye çalışır.

Tarihi okumak aynı zamanda “fazla kolay bir biçimde alınıp kabul edilen sahte olayların maskesini indirmek”tir. Veii’liere karşı verilen ve on yıl süren savaşın son yılında yaşanan, meşhur Albano gölünün taşması hadisesi bu açıdan son derece dikkat çekicidir ve derslerle doludur. Halikarnassoslu Dionysios, Plutarkhos ve Titus Livius kadar saygın tarihçiler bile, Romalılar Etrüsklerin elindeki Veii kentini kuşattıklarında –kavurucu yaz sıcağının hemen başlarıydı– Albani dağlarındaki kapalı bir gölün hiç zamansız bir biçimde taştığını, dağlarda bir gedik açıldığını ve yeni bir akarsu yaratarak denize doğru sel gibi aktığını anlatırlar.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.