Minyatürlerle Osmanlı-İslâm Mitologyası

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Minyatürlerle Osmanlı-İslâm Mitologyası, dinî konularla ilgili kitaplar için yapılmış minyatürlerden yola çıkılarak hazırlanmış “Minyatür”, “Osmanlı-İslâm” ve “Mitologya” kavramlarını buluşturan ilk ve tek monografidir.

Dünyanın dört bir yanındaki kütüphanelerde bu tür yazma eserleri altmış yıla yakın bir süredir araştırıp inceleyen Metin And, hazırladığı bu kitapta genel olarak “mitologya” kavramı üzerinde durmuş; dağlar, ağaçlar, kuyular, kutsal sular, evrenin yaradılışı, ilk insan, tûfân, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e varıncaya kadar peygamberler ve mucizeleri, mahşer ve âhiret, melekler, şeytanlar, cinler ve önemli yaratıklar, burçlar, gezegenler, On İki İmâm, Kerbelâ-Ta‘ziye-Maktel, ulu kişiler mitologyası, aşk hikâyeleri gibi konularda minyatürler eşliğinde bir kültürel arkeoloji denemesine girişmiştir. Başta Osmanlı ve İran olmak üzere İslâm tasvir sanatındaki resmetme anlayışının temelinde yatan “hoşgörü”yü arayan ve verilen her örnekte bunun izlerini, sonuçlarını bulmamıza yardım eden, T. S. Halman’ın deyimiyle yazarının “bilim yaşamının doruğu” sayılabilecek Minyatürlerle Osmanlı-İslâm Mitologyası, bu kez 50 kadar yeni minyatür eklenerek yayımlanıyor.

Mitologya

Mitologyaya gelince; burada bunun kapsamlı tanımını yapmak yer darlığı bakımından zordur. Günümüz insanının düşüncesinde mitologya, gerçeğin dışında olan her şeyi kapsar. Aydınlanma ve olguculuk (positivisme) ile mitologya değersizleşmektedir. Bunun kökeninde Hıristiyanlık vardır. Bu görüşe göre, Tevrat’ta ve İncil’de yer almayan her şey gerçek dışıdır, bir masaldır. Oysa ilkel ve geleneksel toplumlarda mitologya içeriği, tek geçerli gerçektir. Zaman öncesi salt gerçektir; burada kutsal tarih anlatılır; bir başka deyişle zaman öncesi temel bir olgu açıklanmaktadır. Ya kozmik bir durumu ya da temel bir olguyu bize anlatır; daha çok yaratılışa ilişkin bir öyküdür; bir şeyin nasıl oluştuğunu, varolduğunu anlatır. Bu da eski toplumların varlıkbilimleridir. Eski toplumlarda kutsal gerçekler tek salt gerçektir. Önemli olan mitologyanın bu kutsallık yanıdır; çünkü tanrısal ve olağanüstü kişilerin yaratıcı eylemlerini ortaya çıkarır ve bir gerçeğin nasıl varolduğunu anlatır. Bu, ya tümel gerçek kozmos gibidir ya da bir parçadır; bir ada, bir bitki, bir ağaç, bir hanedan gibi. Yalnız bunların nasıl varolduğunu değil, ayrıca neden varolduklarını da açıklar. Bütün bu varoluşun itkisi tanrısal bir enerjidir. Mitologyanın gerçekleri varlıkbilimdir, insanoğlunun eylemlerine örnek oluşturur.
Yunanca mithos, söz anlamına gelir. Söylenen ya da duyulan sözdür. Ancak bunlara her zaman güven duyulmaz, çünkü sözlü gelenekte insanlar gördüklerine, duyduklarına kendilerinden bir şeyler katarlar. Bu, daha çok masal, öykü, efsane gibi anlatılır. Yunanca’da iki tür söz daha vardır. Bunlar epos ve logos’tur. Ozanlar epos’u süsleyerek, ölçülü bir biçimde sunarlar. Bu, şiirdir, ezgili şiirdir, destandır. Bu ikisi çoğu kez evlenir, mithos’ların günümüze dek yaşamasını sağlar, bir bakıma mithos’u ölümsüzleştirir. Yunanca’da söz anlamına bir de logos vardır. Mithos ile epos birbirleriyle ne denli uyum içindeyseler, logos bu ikisinin karşıtıdır. Logos, insanda düşünce, doğada yasalardır. Logos ile başlayan bir çığır, doğruca bilime varmıştır. Nitekim günümüzde logos-logia herhangi bir araştırma dalında bilgini ve bilimi belirlemekte, her bilim dalı için bu dalın sonuna konan bir ek olarak kullanılmaktadır. Ancak ne var ki mithos’ları sistemleştiren, inceleyen mitologya‘yada ek olmuştur. Giderek mithos, epos ve logos birleşmişlerdir.
Mitologyanın dört ana dalı vardır: Bunlar tanrıların nasıl oluştuklarını inceleyen Teogoni; evrenin nasıl yaratıldığını inceleyen Kozmogoni; insanın nasıl türediğini inceleyen Antropogoni ile bunların geleceği, yaşamın ve dünyanın nereye gideceği, ruhun ölümsüzlüğü, cehennem, cennet, ölenlerin belli bir sonda yeniden dirilişleri gibi geleceğe ilişkin konuları kapsayan Eskatologya. Bu kitapta en uzun kesimler bunları içerir.
Mitologyanın çok karmaşık bir örgüsü vardır. Bunun için mitologyanın bir sürü alt dalı bulunmaktadır. Bunlardan biri Ritüel mithosu’dur. Ritüel bir bakıma Mithos’un ikiz kardeşidir. Eski uygarlıkların günümüze kalan yazılı metinleri, ritüelleri anlatır. Bunlar bir eylemler dizisi olup birtakım yetkili kişilerin kesin ve kuralına uygun bir biçimde uyguladıkları eylemlerdir. Bunlar insanoğlunu çevreleyen güçlere karşı toplumun iyiliği için yapılan eylemlerdir. Bu eyleme Yunanlılar dromenon diyorlardı. Bunlar yalnız eylemler dizisi olmayıp sözler, ezgiler ve büyüsel sözler de içerirdi. Bunun söz yanı ise muthos ya da mithos’tur. Bu ritüellerde mithos bu eylemin öyküsünü sözle anlatır. Bir başka deyişle birisi simgesel söz, öteki simgesel eylemdir. Bu ikisinin birleşmesi ayrıca dramın doğuşuna yol açmıştır. Bu öylesine evrenseldir ki bugün aynı örnek üzerine Anadolu köylüsü bunun yüzlercesini günümüzde bile oynamaktadır. Ancak hemen belirtelim, bu kitapta ritüel kesimine hemen hiç değinilmemiştir.
Bir başkası ise etiolojik mithos’lardır. Bunlar gerçek ya da hayal ürünü bir olgunun, bir kurumun, bir adın, bir nesnenin kökeni ve nedenini açıklayan öykülerdir. Bunu Yahudi mitologyasındaki Babil Kulesi mithos’u ile örnekleyebiliriz. Neden insanlar değişik dilleri konuşurlar? Tevrat’a göre Hz. Nûh’un torunları Tanrı’nın yanına çıkmak için bir kule yapmışlar; Tanrı, yanına gelecekleri için bundan tedirgin olmuş, bu kulenin yapımında çalışan işçilerin her birine ayrı bir dil vermiş; böylece işçilerin anlaşmalarını ve kulenin yapımını engellemiş [Tekvin XI/1-9]. Bu ayrıca Mezopotamya mitologyasında da Ziggurat adıyla geçer. Bunun anlamı Tanrıdağı’dır; yedi katlıdır. Bunlardan biri de Babil Kulesi’dir. Bu yükseklikte Tanrı’ya yaklaşıp insanlarla Tanrı arasındaki bağın güçleneceğine inanmışlardır.
Etiolojik mitologyalar hem çok eskiye uzanır, hem de çok yaygındır. Anadolu’da bir dağın, bir ırmağın nasıl oluştuğu gibisinden efsaneler çok boldur. Bu türün yaygınlığına bir örnek daha verebiliriz. Bu bizi de ilgilendiriyor. 1960 yılında oyun yazarı Güngör Dilmen’in Frigya’nın efsane kralı Midas üzerine yazdığı üçüzlemenin birinci oyunu Midas’ın Kulakları oynandığında merak ettim, bu konuda bir araştırma yaptım. Bir hükümdarın kulaklarının eşek kulağına dönüşmesiyle cezalandırılmasına ve utanç verici durumun gizlenmesinin, her şeye karşın başarılamamasına pek çok kültürde rastladım; örneğin Fas, İran, Hindistan gibi… Asıl ilginci, Türk kavimlerinden Kırgızların ülkesi Kırgızistan’da bunun tıpatıp benzerini buldum. Bu ayrıca tam bir köken mitosuydu, Kırgızistan’daki Isık Göl’ün oluşumunu açıklıyordu. Bu efsane özetle şöyledir: Kırgızistan’daki güçlü bir hanın bir türlü çocuğu olmaz. Yerini alacak bir oğulun özlemi içindeyken sonunda karısı bir oğlan doğurur, ancak çocuk eşek kulaklarıyla doğar. Onun adını Yeni Bey koyarlar. Sonunda babasının yerine han olur. Ancak kulaklarını hep saklar. Onu tıraş eden berberleri de, gördüklerini kimseye söylemesinler diye, öldürürler. Bu arada zeki, genç bir berber gelir ve Han’ın en güvendiği arkadaşı olur. Han onu kendine başvezir yapar. Bir gün ava çıkarlar, berberin şahini daha önce ve hızlı uçunca, berber dayanamaz kendi şahininin, eşek kulaklı Han’ın kinden daha iyi olduğunu bağırır. Yanlışını anladığında çok geçtir; ölümden kurtulmak için dağlara kaçar, ancak kenti özlediğinden gece gizlice döner. Bir gece bir kuyunun başında zalim Han’ı ve onun bunu yapmasına izin veren halkı cezalandırması için Tanrı’ya yakarır. Duası kabul olur, kuyu taşar, içinden sürekli su çıkar, tüm kent sular altında kalır, böylece buradaki Isık Göl oluşur. Ancak yukarıda eşek kulaklarının bir tanrısal cezalandırma olduğunu söylemiştik. Kırgız efsanesinde bu belirtilmez. Ne var ki bunu kolayca kestirebiliriz. Han’ın uzun süre çocuğu olmadığı halde bir gün karısının ona bir çocuk doğurması, kocasının bir çocuk sahibi olmak için dayanılmaz isteği üzerine, bu çocuğu günah işleyip evlilik dışı bir ilişki sonucu doğurmuş olmasıyla açıklanabilir.
Mitologyanın çok önemli bir alanı, kahramanları yücelten mithos’lardır. Destanların kahramanları doğaüstü güçleri olan kahramanlardır. Bunların kimi kurgu kişiliklerdir, kimi gerçek kişiler olup destan boyutlarına getirilmişlerdir. Mitologyada bu sonuncu için euhemerism denmektedir. Edebiyatımızda da bu türlü kahramanlar vardır. Aşağıda bunlarla ilgili edebiyat metinleri üzerine ayrıntılı bilgi verilecektir. Örneğin Hz. Alî, Büyük İskender ya da Zü’l-Karneyn, Hz. Muhammed’in amcası Hz. Hamza böyle destansı boyutlar verilerek yüceltilmişlerdir. Bunların içine peygamberler de karışır. Örneğin İskendernâme’de, Battalnâme’de, Saltuknâme’de, Hamzanâme’de Hz. Hızır bu kahramanların yardımına koşar. Ayrıca Hamzanâme’de Hz. Âdem, Hz. Mûsâ, Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman, Hamza’nın yardımına koşarlar.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.